|
Yüksek vekâletin alçak vekiline

Osman Yüksel, Selami Ağabeyinin mektubunu okumaya başlar; bir kızı olduğunu, adının da Emine Sevine konulduğunu yazmaktadır. Hakkın rahmetine kavuşup aradan yıllar geçmesine rağmen, annesi Emine gözlerinin önünde canlanır; onu hiçbir zaman unutamayacağını anlar.

Osman Yüksel serbest bırakılınca, Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe vererek suçsuz olduğunu, mezuniyet sınavlarına girmesine izin verilmesini ister. Bakanlık bu dilekçeyi gerekçe belirtmeden reddeder. Bunun üzerine Bakan Hasan Ali’nin huzuruna çıkar; mazeretini kabul etmeyince, meşhur dilekçeyi önüne koyar:

Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA

3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir.

Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı ...!

Senden bahşiş istemiyorum ...!

İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım...

Beni, tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez..!

Bu aşkı bu ateşi hiçbir şey söndüremez…!

***

Osman Yüksel, bu dilekçeye cevap alamaması üzerine Serdengeçti Dergisinin 2. sayısında Hasan Ali Yücel’i tekrar yerden yere vuran bir yazı yazar. Bu yazı şöyle başlamaktadır:

‘Ağzının sağ yanı ile Kur’an okuyan, sol yanı ile kızıl ıslıklar çalan Bakan!...’

Bu yazıdan sonra Osman Yüksel’e ceza davası açılır; üç yüz lira para, 3.5 ay hapis cezası verilir.

Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır. Bunun yerine Şemsettin Sirer gelir. Bu dönemde Osman Yüksel Danıştay’a başvurur. Davayı kazanır ve sınava girecektir. Ama hocalar zorluk çıkarırlar. Hastalanır, Akseki’ye gider, kışı orada geçirir, tekrar Ankara’ya döner. Kalan dersini vererek mezun olacaktır. Dersin hocası Behice Boran’dır. Osman Yüksel’i bir türlü sınava almaz. Ama onun için hayat memat meselesidir. Behice Boran’a şöyle söyler:

‘Beni nasıl imtihana almazsınız? Danıştay’dan kapı gibi ilam getirdim. Bunu kabule mecbursunuz!’

Behice Boran:

‘Hayır Osman, infaz etmem. Çünkü o kararı tanımıyorum!’

Osman Yüksel:

‘Nasıl oluyor da Cumhuriyet Hükümetinin en yüksek mahkemesinin kararını tanımıyorsunuz. Burası Moskova mı?’

***

Osman Yüksel ne söyledi ise boştur. Onu sınava almazlar. Profesör Enver Z. Karal, Prof Cemal Alagöz, Prof. B.S. Baysal ve Doç İ. Şahin Baştan oluşan haysiyet ve disiplin kurulu, okuldan silinmesine karar verirler. Burası bir hukuk devleti değildir; iki dudak arasında çıkan söze bağlıdır. Dolayısıyla halkı şuurlandırmak lazımdır. Bu da demokrasi ile olur. Osman Yüksel’in, onun gibi muzdariplerin, demokrasiye geçişimizin rolünü Agah Oktay Güner şöyle izah eder:

‘Serdengeçti kaç zulme ışık tutmuş, kaç kalbi, kaç beyni uyandırmış bilemem. Ama kesin bildiğim şudur: CHP’nin 1950’de halkın reyi ile yerle bir edilmesinde Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel’in büyük hizmetleri olmuştur. Orkun, Büyük Doğu, Serdengeçti adeta üç ağır top gibi CHP’yi fikir gülleleri ile viraneye çevirmiştir. Osman Yüksel, dergisinin adı ile tanınan ve sevilen çok sıkı bir batarya kumandanı idi. Onun fikir yanında mizah, nükte dolu satırları, 1946-1950 demokrasiye geçiş mücadelesinde çok hizmet vermiştir.’

***

Osman Yüksel Serdengeçti; ‘Yıkıldılar’ adlı makalesinde CHP’yi şöyle tarif etmiştir:

‘Tam 27 yıl Tanrı’lar gibi konuştular. Firavunlar gibi saltanat sürdüler. Yediler, içtiler, kustular. Bol harcırah, hususi vagonlar, yatlar… Sürgün ettikleri padişahların saraylarında şahane hayatlar… Zevk, eğlence âlemleri… Vur patlasın! Çal oynasın! Her gün bayram, her gün seyran! Altta kalanın canı çıksın. Altta kalan milletti! Halktı, köylü idi! Ama nutuklarda, afişlerde ‘‘ Köylü Milletin Efendisidir’’ yazılı idi. Ne uslandılar, ne utandılar, ne de doydular… Ey Türk Milleti! Vatan ve millet cellâtlarını unutma ve affetme!’

***

Osman Yüksel’in adı Türkçülüğe ve İslamcılığa çıkmıştı. Yurdun neresinde bu tip işler olursa hemen onu da bulaştırırlardı. 22 Kasım 1952’de Vatan Gazetesi sahibi Ahmet Emin Yalman’ın vurulduğunu radyodan duyururken, Osman Yüksel Denizciler Caddesinde, Küçük Hanın Üçüncü Katında, derginin sorumlu müdürü Metin Ören’le dergiyi postalamak için harıl harıl çalışıyorlardı. Metin ören bu haberi duyunca ‘Neden bu kadar abartıyorlar? Sonuçta bir Türk-İslam düşmanı vurulmuş’ der. Bunun üzerine Osman Yüksel de şunu söyler:

‘İşinize bakın, devletin kolu uzundur. Vuran cezasını çeker.’

Bir gün sonra Osman Yüksel’i tutuklarlar. Sadece Osman Yüksel’i değil, Necip Fazıl Kısakürek’i, İstanbul’da Cevat Rıfat’ı, Samsun’da Mustafa Bağışlayıcı’yı tutuklarlar.

Avukat Arif Emre, Osman Yüksel’in dosyasını inceler. Delil olarak Serdengeçti Dergisinin 2.sayısını koymuşlardır. Bu derginin de yaralama olayından sonra yayınlandığını fark eder. Mahkemede sorgulama sırası Osman Yüksel’e gelince, Arif Emre usul hakkında söz ister, ayağa kalkar. Delillerin tutarsızlığını ortaya koyar. Ne yazık ki, suçsuz yere 1 yıl 3 ay hapishanede yatmış olur.

#Osman Yüksel
#Behice Boran
#Mektup
7 yıl önce
Yüksek vekâletin alçak vekiline
Küllerinden doğuşu medresenin ve medeniyetin...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?