|
Bir ihanetin hikâyesi…

-İhanete uğradık, dedi Abdülkadir.

Bu sözlerin sahibi Abdulkadir Hüseyni’ydi. Şam dönüşü Kudüs’teki karargâhında yardımcısına yolun sonuna gelindiğini işte bu sözlerle ifade ediyordu. Sonraki gün Kudüs’e tepeden hükmeden Arap köyü Castel’i ele geçirip stratejik üstünlük elde eden Siyonist Yahudilerle giriştiği çatışmada şehit olan ünlü kumandan Abdülkadir Hüseyni’yi asıl öldüren dindaşları olan Arapların ihanetiydi aslında.

Arap ülkelerinin ihaneti ölümden beterdi. Abdülkadir silah temini için gittiği Şam’da gördüğü manzara karşısında artık her şeyin bittiğini anlamıştı. Kimsenin Kudüs/Filistin diye bir derdi yoktu. Kudüs/Filistin üzerinden sürdürülen iktidar kavgaları, BM marifetiyle ilan edilen İsrail devletinin varlığından bin beterdi. Arap Birliği Başkomutanı olarak atanan Iraklı General İsmail Saffet Paşa’nın duyarsızlıkları ve ayak oyunları karşısında Abdülkadir artık yolun sonuna gelindiğini anlamıştı. Yardımcısına şöyle diyecekti: “Üç olanaktan birini seçmek zorunda bıraktılar bizi. Irak’a kaçıp orada gizlenebiliriz, kendimizi öldürebiliriz ya da burada savaşarak ölebiliriz.”

Bu satırlar KUDÜS… EY KUDÜS adlı kitaptan…

Çok eskiden okuduğum bu kitabı yeniden okuduğumda görüyorum ki değişen bir şey yok.

Yüreğim üşüyor sadece.

Gerçekler acıdır biliyorum.

O yüzden retorikle gerçeğin üzeri örtülmek isteniyor.

Kitabın sayfaları arasında bir tarih yatıyor.

İhanetin tarihi.

İngiliz ihanetinin…

ABD’nin başını çektiği Birleşmiş Milletler Teşkilatının ihanetinin…

Ama asıl ihanet kendi içimizde.

Kudüs’ü bize kaybettiren kendi ihanetimizdir.

Abdülkadir Hüseyni’nin şehit olmadan önce acıyla haykırdığı ihanet, bugün Kudüs/Filistin meselesi üstüne konuşanların asla gözden kaçırmamaları gereken bir ihanettir.

Arap Birliği mi?

İslâm İşbirliği Teşkilatı mı?

Geçin bunları…

Filistin’deki paylaşımdan sonra Siyonist Yahudilerin yapıp ettikleri karşısında Arap Birliği’ni oluşturan ülkelerin liderlerinin/temsilcilerinin yaptığı tartışmalar utanç vericidir.

Mecburiyet tahtında yapılan o açıklamalara bakmayın siz, asıl onun ardında saklı kirli ve utanç verici iktidar savaşlarına bakın.

Kudüs… Ey Kudüs kitabının sayfalarında saklı o keskin çekememezliklere ve kıskançlara dayalı iktidar kavgaları Kudüs’ün kaybının gerçek sebebini bize canlı bir biçimde sunuyor.

Bugün farklı mı sanki?

O iktidar kavgaları aynen devam ediyor.

O ayak oyunları gırla gidiyor.

Kıskançlıklar ve çekememezlik almış başını yürüyor.

İktidar kavgalarına giydirilen mezhep giysileri ziyadesiyle can sıkıcı.

Birbirinin kanına ekmek doğramak konusunda cesur olanlar nedense başkaları karşısında süt dökmüş kedi gibiler.

Kendi geleceklerini dün olduğu gibi bugün de o emperyalist güçlere bağlamışlar.

Birbirlerinin boyunlarına çökenler o güçler karşısında boyunlarını büker halde bekliyorlar.

Dün de öyleydi.

Filistin toprakları paylaştırılırken Kral Abdullah, İngilizlere yaslanarak Araplara bırakılan toprakların kendi ülkesi Ürdün’e bağlanması için görüşmeler yapıyordu. Tek derdi, o toprakların kendi ülkesine katılmasını sağlamaktır. Filistin pay edilmiş, Filistinli Araplar katledilmiş, umurunda bile değildi.

Başkalarına kızmaya hakkımız yok.

Asıl sorun bizde.

Kudüs’ün kaybından asıl biz sorumluyuz.

Biz biz olabilseydik bugün her şey farklı olurdu.

Hep ayrı baş çekme sevdamız…

İçimizden biri itibar sahibi olup güçlendiğinde onu kendimiz için tehdit olarak görüp tasfiye etme yoluna giden kötü huyumuz…

Sürekli ihtilafları kaşıma hastalığımız…

İktidar kavgalarımız için düşmanla dahi iş tutma ihanetimiz…

Bir olup birlikte kazanmamız varken ayrı olup birbirimize kaybettirecek zararlı ihtilafların tarafı olmayı seçen muzır anlayışımız…

Kudüs… Ey Kudüs kitabını okurken bir kez daha fark ettiğim bu yanlışlarımızın bugün de sürüyor olduğunu görmek, Kudüs’ün kaybı kadar yürek paralayıcı.

1947’deki haritaya bakın, bir de şimdiki haritaya.

O günkü paylaşımı kabul etmeyip direnen Abdülkadir Hüseyni’lere ihanet edenlerin çocukları bugün düşmanla aleni işbirliği yapmaya devam ediyorlar.

Ve bugün biz BM’nin 1967 kararları doğrultusunda iki devletli bir çözümü savunuyoruz.

1947’deki paylaşıma razı olmayanların bugün 1967 sınırları dâhilinde iki devletli bir çözüm modeline razı olacak bir noktaya gelmeleri, hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir olgudur.

Siyasal akıl ve basiret, gerektiği yerde ve zamanda doğru bir biçimde devreye alınmazsa, tek başına hamaset sadece kaybettiriyor. Üstüne bir de kendi iç kavgalarımız, kıskançlıklarımız, çekememezliklerimiz, ihtilaflarımız ve iktidar savaşlarımız binince zir ü zeber oluyoruz, vesselam.

#Abdulkadir Hüseyni
#Şam
#Castel
#Kudüs
#Filistin
#BM
#İsmail Saffet Paşa
3 yıl önce
Bir ihanetin hikâyesi…
Tema salgını; intihar
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...