|
Ölüm, içinde hayat barındıran bir başlangıç…

Kabristandayız.

Ölüler şehrinde.

Önümde duran çukura bakıyorum.

Asiye ablamın cansız bedeni tabutun içinde duruyor.

Gözyaşlarım ılık ılık akıyor.

Erkekçe ağlıyorum.

Yüreğim hüzün kusuyor.

Ablamın bembeyaz kefene sarılı bedeni çukura yerleştiriliyor usul usul.

İbretle izliyorum.

Hüzünlü bakışlarım çukura gömülen ablamın kefenli bedenine sabitlenmiş adeta.

Toprakla örtülüyor üzeri şimdi.

Bir libas gibi.

Ve her şey bitiyor o an.

O toprak elbiseye bürünen beden çok geçmeden toprağın kendisi olacak.

Ruh ötelere taşınacak.

Yeniden dirilişin gerçekleşeceği o güne kadar bekleyiş sürecek.

Ruh yeniden bedenlenecek o gün geldiğinde.

Ahiret yurdunun sakinleri için asıl hayat başlayacak.

Mezarın başında bakışlarım donakalmış olsa bile hüzünle sarmalanmış düşüncelerim yerinde durmuyor bir türlü.

Düşünüyorum.

Kinlerimizi düşünüyorum.

Öfkemizi.

Birbirimize nefret kusan duygularımızı.

Daha çok kazanma hırsımızı.

Bir makam için eğilip bükülmelerimizi.

Bir makama gelmek için birbirimize yapıp ettiklerimizi.

Ayak oyunlarımızı.

Hilebazlıklarımızı.

İkiyüzlülüklerimizi düşünüyorum

Birbirinin arkasından atıp tutanlarımızın yüz yüze geldiklerinde nasıl birbirine iltifatta bulunduklarını.

Riya maskelerinin hepimizi nasıl kişiliksizleştirdiğini.

Dünyaperestliğimizi düşünüyorum.

Hiç ölmeyecekmişiz gibi ne türlü hesaplar içine girdiğimizi.

Tul-i emellerimizi.

Kıskançlıklarımızı.

Kibrimizi.

“Değmez” diyorum. “İşte hepimizin sonu bu çukurun dibi.”

Ve günün sonunda toprak olmak…

Biliyorum, kabristandan ayrıldıktan sonra hayatımız kaldığımız yerden devam edecek.

Başka türlüsü, dünyanın ölümü anlamına gelir.

O çukurun içinde bıraktığımız en kıymetlilerimiz yüreğimizde yaşamaya devam edecek

Ve vakti geldiğinde biz de öleceğiz.

Ne mutlu ölmeden evvel ölene.

Ve bu dünyada öleceğini bilerek yaşayana.

Ölü gibi yaşayandan kimseye hayır gelmez elbet.

Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamazsak kendimizle birlikte hayatı da durdurmuş oluruz.

Her an ölecekmişiz gibi yaşayarak hem bu dünyadaki hayatı anlamlaştırmalıyız hem öte dünyadaki hayatımızı…

Sınanıyoruz dostlar.

Bu imtihan yurdunda misafirden öte neyiz ki biz.

Mal da yalan, mülk de.

Sadece oyalanıyoruz.

Hiçbir şeyin asıl sahibi biz değiliz.

Biriktirdiklerimizi ardımızda bırakarak gidiyoruz.

Kendi cennetimizi de kendi cehennemimizi de kendimizle birlikte götürüyoruz.

Ölüm yakınlaştırıyor.

İnsan olanları birbiriyle yakınlaştırıyor.

Düşmanlıkları dostluklara çevirmek için ölüm hepimize bir fırsat sunuyor.

Ansızın sesinize değen bir sesle düşünüyorsunuz.

Hiç beklemediğiniz birinden gel taziye telefonu sizi insan-insan ilişkilerinde yeniden düşünmeye sevk ediyor.

Acınızı paylaşmaya gelen birini gördüğünüzde veya birilerinin sesini duyduğunuzda o an o birilerine ettiğiniz laflar geliyor aklınıza.

Pişmanlık yüreğinize çöküyor

“Keşke” diyorsunuz içinizden. “O kırıcı lafları etmeseydim.”

Yarın birbirimizin yüzüne bakamayacağımız o kadar çok laflar ediyoruz ki hepimiz.

“Değmez” diyorum. “Bizi kıranların acısını paylaşarak, gerektiğinde onlarla ağlaşarak kırgınlıkların sonlandırılmasına katkı sağlamalıyız.”

Şimdi düşünüyorum bu saatte.

Televizyon ekranlarında veya gazete köşelerinde kıyasıya eleştirdiğim halde acımı duyduğu andan itibaren telefona sarılıp arayan o birilerini veya cenazeme koşup gelen o birilerini ben fikren ve siyaseten eleştirmeyi düşündüğümde elbette bin düşüneceğim.

Düşünmeliyim.

Düşünmezsem adamlığımdan kuşku duyarım.

Kaba ve yaralayıcı bir dil, eleştirinin dili değildir bilirim elbet.

Lakin bazen farkında olmadan dilimizle birbirimizi yaraladığımız olmuyor değil.

Kendi adıma helallik diliyorum.

Acı günümde beni arayan, arama nezaketinde bulunan herkesten, şayet kalplerini kıracak, kişiliklerini rencide edecek sözler etmişsem, helallik diliyorum.

Özür dilemesini bilmeyenin ve helalleşmeye kapısını kapatanın insanlığından kuşku duyarım.

Siz de duyun derim.

Ölümlü dünya.

Bir bir sevdiklerimizi kaybediyoruz.

İki ay önce babamı kaybettim.

Henüz yüreğimdeki kor sönmeden ablamı kaybettim.

Annemi çok önceleri kaybetmiştim.

Amcalarım, dayılarım, halam ve teyzem göçeli yıllar oldu.

Sıranın bize ne vakit geleceği meçhul.

Ablam, annem yarısıydı.

O da şimdi yok.

Bu yıl benim için musibet yılı oldu.

Şekvacı değilim.

Allah’tan ne gelirse baş göz üstüne.

‘Kutsal Kitabımız’da buyrulana inançla boyun eğer, amenna deriz:

“Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman ‘Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 156)

TEŞEKKÜR

Büyükçekmece Mimar Sinan Hastanesi Başhekimi’ne, yardımcılarına, doktor ve tüm sağlık personeline, cenaze namazına bizzat iştirak eden, kabristana kadar eşlik eden, taziyemize katılan, telefonla arayıp acımızı yürekten paylaşan birbirinden değerli tüm dostlarıma, her partiden siyasetçi arkadaşlarıma yürekten teşekkür ederim. İsimlerini tek tek burada sayamadığım için beni bağışlasınlar. Ama bilsinler ki onların yürek dünyamdaki yerleri özeldir, farklıdır.

#Büyükçekmece
#Mimar Sinan Hastanesi
#Ölüm
2 yıl önce
Ölüm, içinde hayat barındıran bir başlangıç…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’