|
Reis’in kararlılığına denk düşecek siyasi ve diplomatik dil olmalı…

Başkan Erdoğan kendisinden önceki yönetimin Yunanistan’ın NATO’ya alınmasına onay veren kararını keskin bir dille eleştirdi.

“Yanlış yaptılar” dedi. “Yunanistan’ın NATO’yu da arkasına alarak takındığı tavır biliniyor. İkinci bir yanlışı Türkiye olarak yapmak istemiyoruz.”

Ne münasebetle söyledi bunu?

Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınması konusunda Türkiye’nin takınacağı tavra dair sorulan bir soru üzerine işbu cevabı verdi.

Cevabı gayet açık. Hem de hiçbir tevile gerek duyulmayacak kadar net ve kesin: “Olumlu düşünmüyoruz.”

Doğru tavır da bu.

VETO KARTINI HEBA ETMEYELİM

Başkan Erdoğan süreci doğru okuyor.

Elindeki veto kozunun gücünün farkında.

İsveç ve Finlandiya’ya Türkiye düşmanı terör örgütüne verdiği destek dolayısıyla tepkisini koyan Başkan Erdoğan’ın hedefinde doğrudan ABD ve sair ülkeler var.

İsveç ve Finlandiya üzerinden asıl mesaj onlara.

Ne var ki bu ilkeli ve net tavır “Müzakereye açığız!” biçimindeki bir başka cevaba dönüşünce kuşkular belirdi.

Kuşkusuz diplomasi müzakere demektir.

Devletler havuç-sopa politikalarını birlikte yürütürler.

Şartlar ve teklifler masaya sürülür. Sonuçta ya uzlaşı çıkar ya da herkes kendi yoluna gider.

Bu kadarını bilmek için diplomat olmaya gerek yok.

Anlamadığım şey şu: İsveç Dışişleri Bakanı’nın Başkan Erdoğan’ın ilk açıklamasına verdiği “Büyük güçler arkamızda. Türkiye’nin bizimle olması kendi çıkarına olur” tarzındaki küstah ve tehditkâr cevabından hemen sonra “Müzakereye açığız, şartlarımız var” açıklamasının gelmesi doğrusu ağrımıza gitti.

Evvela o tehditkâr ifadelerin karşılıksız bırakılmaması gerekirdi.

Saniyen, hassasiyetlerimizin gereği yerine getirilmezse hiçbir koşulda bu girişe evet demeyeceğimiz kararlı bir dille hatırlatılmalıydı.

Şimdi akla gelen soru şu: Müzakere için öngördüğümüz koşullar bizim için olmazsa olmazımız mıdır?

HANGİ ŞARTLARIMIZ VAR

Bilebildiğim kadarıyla şartlarımızın başında, NATO üyesi ülkelerin Türkiye düşmanı terör örgütlerini koruyan ve kollayan politikalardan, dahası Türkiye düşmanlığını dış politikalarının mihverine oturtan yaklaşımlardan vazgeçmesi geliyor.

Bu son derece haklı bir koşul.

NATO’nun kâğıt üstündeki ittifak ruhuna da uygun.

NATO üyesi ülkelerden birine başka bir ülke tarafından yapılacak bir saldırı karşısında NATO’nun topyekûn karşı durma mecburiyeti ve yükümlülüğü yok mu? Var. Peki, bu durumda Türkiye’ye karşı sergilenen sistematik düşmanlığın sebebi hangi müttefiklik anlayışıyla izah edilebilir?

Ne yazık ki bu müttefiklik ruhu, Türkiye söz konusu olduğunda unutuluyor.

Türkiye ile yıllardır savaşım halinde olan PKK terör örgütüne Türkiye’yi bölüp parçalamak ve takatten düşürmek için ultra-modern silahların yanı sıra devasa maddi yardımlar bizzat NATO’nun patronu olan ABD tarafından yapılıyor.

PKK terör örgütüne Suriye’nin kuzeyinde devlet kurdurtulmak isteniyor.

PKK terör örgütüne NATO üyesi ülkelerin başkentlerinde hamilik yapılıyor.

Aynı şey FETÖ terör örgütü için de geçerli.

FETÖ’nün başındaki İblis’in ABD derin devletinin elemanı olduğu ve Pensilvanya’da korunup kollandığı aşikâr.

Her iki terör örgütünün elebaşları ve militanları NATO üyesi ülkelerin başkentlerinde her türlü devlet desteğine mazhar bir şekilde faaliyetlerini sürdürüyor.

Müttefiklik ruhu bunun neresinde peki?

İsveç ve Finlandiya özellikle PKK’nın her düzeyde korunup kollandığı İskandinav ülkeleri.

Her iki devletin Türkiye düşmanlığında nasıl sınır tanımadığı da sır değil.

Dahası, NATO üyesi ülkeler Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne karşı da Rum yönetimini ilkesizce ve pervasızca savunmaktan geri durmuyorlar.

Kıbrıs Rum yönetimini AB üyesi olarak içlerine alıp nasıl düşmanca bir politika izledikleri de herkesin malumu.

Türkiye’nin AB üyeliğine karşı veto haklarını yıllar yılıdır nasıl küstahça ve mütekebbir bir edayla kullandıklarını da sanırım hatırlatmaya gerek yok.

ŞARTLARIMIZ KABUL EDİLİR Mİ?

Şimdi içimizden birileri şöyle diyecektir: “ABD başta olmak üzere İsveç ve Finlandiya şartlarımızı kabul ederse niye vetoda ısrar edelim.”

O safdillere ne dersek boşuna biliyorum.

ABD, hamisi olduğu PKK’yı Menbiç’ten çıkartıp orayı bize verme taahhüdünde bulunmadı mı?

Ne oldu peki?

ABD sözünde durmadı.

ABD, Menbiç’i söz verdiği üzere bize bırakacağına Rusya’ya bıraktı.

Aynı şey bugün tekrarlanamaz mı?

Tekrarlanabilir.

ABD’ye asla güvenilmez.

Üstelik Biden yönetiminin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki asıl güç olduğu bilindiği halde, dahası ABD Başkanının seçilmesi halinde ne yapıp edip Erdoğan’ı alaşağı etmek için elinden geleni ardına koymayacağını ilan ettiği halde ABD’ye güvenmek ciddi bir dış politika yanlışlığı olur.

NATO’NUN DOĞU’YA DOĞRU GENİŞLEMEYECEĞİ SÖZÜNÜ TUTTULAR MI?

Hayır, tutmadılar. Tersine bir politika izleyerek bugün dünya barışını tehdit eden yeni gelişmelerin mimarı oldular.

ABD’nin başını çektiği blok NATO’nun Doğu’ya doğru sınırlarını genişletmeyeceğine dair dünya kamuoyunun önünde söz çöp oldu.

Asla üyeliğe almayız dedikleri eski Varşova Paktı üyelerini NATO’ya aldılar.

Taahhütlerini çiğneyerek Doğu sınırlarına doğru yayıldılar.

Ukrayna üzerinden Rusya’nın içine kadar girmek istediler.

Şimdi de Finlandiya ve İsveç’i alarak Rusya’yı izolasyonist politikalarla kendilerine bağımlı bir ülke konumuna düşürmek istiyorlar.

Açıkçası ABD bir yanda Çin’i öbür yanda Rusya’yı etkisizleştirip yeryüzünün tek hegemonik gücü olmak istiyor. NATO bu amaca ulaşmak için kullanılan silahlı bir aparat sadece.

SÖZ DEĞİL YENİ PRATİK GEREKLİ

Diyeceğim o ki Türkiye kendi haklı koşullarının yerine getirildiğini fiilen görmedikçe asla elindeki veto kartını kâğıt üstündeki beyanlara aldanıp işlevsiz hale getirmemelidir.

Suriye’nin kuzeyinde adeta devletleştirilen PKK’ya verilen tüm silahlar toplatılmalı, kantonal yönetime ABD’nin sağladığı askeri, siyasi ve maddi himayeler sonlandırılmalıdır.

NATO üyesi malum Avrupa başkentlerinde de benzeri duyarlılık ittifak ruhuna uygun bir biçimde fiilen ve resmen gösterilmelidir.

İsveç ve Finlandiya da bunun gereklerine uygun yeni bir pozisyon almalıdır.

Bütün bunlar yapılmadan sözde antlaşmalara güvenip veto hakkını işlevsiz kılan bir Türkiye, NATO çatısı altında kendine iki yeni düşman daha ekleme yanlışlığına düşecektir.

Dahası, Rusya’yı da karşısına alma yanlışlığına düşmüş olacaktır ki bu Türkiye’nin her anlamda elini zayıflatmak sonucunu doğuracaktır.

Demokrasi ve Birlik Derneği’mizin değerli genel başkan yardımcısı Av. Ebubekir Elmalı’nın dediği gibi, Türkiye asla ABD ve Avrupa’nın Rusya’nın neo- izolasyonu projesine ortak olmamalıdır.

SONSÖZ:

Karşınızdakiler kesin kararlı olduğunuzu ve koşullarınızın pratikte kabulünün gerçekleşmemesi halinde asla geri adım atmayacağınızı bilirlerse sonuç alıcı bir müzakereye kapı aralamış olursunuz.

Değilse “ikinci defa yanlış yaptık “ demek zorunda kalırız.

Biz demesek de inanın günün birinde birileri kalkar tıpkı Reis’in önceki yönetimlere dediğinin aynısını bizim yönetimimiz için der.

Reis’in bu kararlılığına denk düşecek siyasi ve diplomatik bir dili kuşanmak bu süreçte hayati öneme sahip diyorum.

#NATO
#İsveç
#Finlandiya
#PKK
2 yıl önce
Reis’in kararlılığına denk düşecek siyasi ve diplomatik dil olmalı…
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler