|
Biz bize yeter de artarız bile

2006 yılı Ocak ayında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Brezilya’ya yaptığı ziyaretten kalan bir fotoğraf karesi zihnimde çakılı halde duruyor.

Uçağımız dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan Sao Paolo üzerinden alçalarak havalimanına doğru ilerlerken, aşağıda ilk bakışta ‘çöp yığınları’ zannettiğim kümeler gördüm.

Akciğere yayılmış korona virüsleri gibi duruyorlardı.

İnip şehre girince anladık ki, yukarıdan gördüklerimiz çöp yığını değil, teneke evler imiş.

Savaştan kaçan sığınmacılar için değil, bütün ömrünü orada geçiren Brezilya vatandaşlığına sahip insanlardan söz ediyoruz.

Ziyaret sırasında bize dışarıda dolaşmamamız, dolaşacaksak bile cüzdan, saat, cep telefonu gibi ‘çalınmaya müsait’ eşyaları taşımamamız salık verilmişti.

“O teneke evlerde yaşayanlar özellikle yabancılara her şeyi yapabilir” denildi.

O Brezilya gezisinden sosyal devlet, ya da sosyal yardımlaşma/dayanışma kültürünün ne anlama geldiği üzerinde kafa yormaya değer deneyimlerle dönmüştük.

Geçtiğimiz günler içerisinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından başlatılan ‘biz bize yeteriz’ kampanyası üzerinde tartışmalar yapılırken, bu kampanyanın siyasi amaçlarla nerelere çekildiğini de gördük.

Başka ülkelerde devlet vatandaşından IBAN numarası isterken, biz de kendi IBAN’ını veriyor diye alaya almalar.

Eş zamanlı olarak bir çaresizlik görüntüsü sunulmaya çalışıldı.

Peki bu kampanya gerçekten bir çaresizlik nedeniyle mi başlatıldı?

Gelin size, perşembe günü partisinin belediye başkanlarına video konferans yöntemiyle hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından 3 başlık aktarayım:

-Geçim sıkıntısı yaşayan vatandaşları asla yalnız bırakmamalıyız.

-En büyük önceliğimiz vatandaşlarımızın geçim sıkıntısına düşmeden temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesini sağlayabilmektir.

-Sosyal devlet ilkesi gereği ihtiyaç sahibi 2 milyon haneye 1000 TL nakit yardımı gerçekleştiriyoruz.

Bu üç başlığa bakıldığında devletin vatandaşının imdadına yetişme anlamında bir çaresizlik içinde olduğu sonucunu mu çıkarırsınız?

Yoksa, bu zor zamanlarda en büyük sıkıntıları çeken kesime dokunma çabasına dönük bir odaklanma mı?

Benim anladığım şu:

Devlet, bir yönüyle salgından ekonomik anlamda doğrudan etkilenen, dar gelirli, ay sonunu zor getiren, işsiz kalmış kesimlerin yardımına koşmaya çalışıyor.

2 milyon aileye biner lira nakit yardımı yapılması, ‘çaresi kalmamış devlet’ tezine bir cevap niteliği taşıyor zaten.

Daha fazlası verilsin diyenlerin aklına gelen en parlak fikrin “Merkez Bankası para bassın” fikri olduğunu da not edelim.

(Bu fikir yanlıştır anlamında yazmıyorum. İhtiyaç varsa bu da yapılmalı)

Biz bize yeteriz kampanyasının bu zor zamanlarda sosyal dayanışmayı güçlendirme, hiç de yabancısı olmadığımız yoksulların gözetilmesi, düşene kol kanat gerilmesi gibi değerlerin hatırlatılması anlamında ne kadar kıymet taşıdığı ortada.

Böyle bir kampanyayı ‘dilenci devlet’ diye sunanlara tavsiyemdir.

Kendi ülkenize acımasızca yüklenirken, göz ucuyla da olsa şu Amerika’nın haline de bir bakıverin.

Korona ile mücadelede Gaziantep modeli

Korona salgınının alıp başını gittiği günlerde, belediyeler de kendi sınavlarını veriyor.

İyi niyetle halkın sıkıntılarına çare olmaya çalışanlar kadar, koca koca şehirlerde yardım kolisi hazırlanmasını bile eline yüzüne bulaştıranlar var.

Bir de daha fazlasını yaparak kendi çözümlerini üretebilen, başka şehirler için de uygulamalı örnekler sunabilen belediye başkanları.

Önceki gün Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin aradı.

Korona salgınının yayılmasını sınırlamak için Gaziantep’te neler yaptıklarını anlattı.

Gaziantep zor zamanlarda ‘iç dayanışmasını’ iyi yapabilen örnek bir şehir.

Suriye’den gelen göç krizinde bunu gördük.

Fatma hanımdan dinlediklerim, korona belasına karşı alınan kararlar ve uygulamaların da etkili sonuçlar ürettiğini gösteriyor.

Ticari taksilerin, halk otobüslerinin dezenfekte edilmesinden tutun da, toplu taşıma araçlarının şoförlerine maske ve eldiven dağıtılmasına kadar ince ince düşünülüp uygulamaya konulmuş fikirler.

Bu malzemelerin üretimi de belediyenin öncülüğünde yapılmış.

Belediye imkanlarıyla ihtiyaçları karşılayacak kadar siper ve medikal maske üretimi başlatılmış.

Şehrin giriş ve çıkışlarına jandarma ve polis eşliğinde kurulan sağlık stantlarında gönüllü doktorlar da görev alıyormuş.

İçlerinde Suriyeli doktorlar da varmış.

Girip çıkanların ateşleri ölçülüp sıkıntılı bir hal görülmesi halinde hemen 112’ye haber veriliyormuş.

Bu uygulama bütün illerde var galiba ama Gaziantep’te doktorların işe dahil edilmesini de dikkate değer buldum.

Fatma hanım, iller arası korona vakasının yaygınlaşma sıralamasında Gaziantep’in 67’nci sırada olduğunu söylüyor.

Nüfusuna oranla iyi bir başarı bu.

Demek ki, üzerinde iyi düşünülüp uygulamaya konulmuş fikirlerle, böylesine büyük salgınlara karşı da iyi bir direnç sağlanabiliyormuş.

#Koronavirüs
#Yardımlaşma
#Belediye
4 yıl önce
Biz bize yeter de artarız bile
Şiddet yönetimi ve etnik milliyetçilik: Kürt sorunu mu dediniz?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?