Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuyla yakından ilgilenmiş.
Her duruma uygun kara propaganda yöntemleri geliştirme konusunda üzerlerine kimsenin su dökemeyeceği gerçek FETÖ’cüler, doğal olarak bu yeni gelişmeyi de istismar etmeye başladılar.
Oysa şöyle bir gerçek var:
Bu yeni durumda da Bylock meselesi, örgütün şifrelerini çözme konusunda en güçlü delil olmayı sürdürüyor.
MİT’in Bylock’un ana serverını Litvanya’dan ‘paketleyip’ getirmesi, 15 Temmuz öncesi ve sonrasında örgütle mücadeleye ciddi katkılar sağladı.
Ocak 2016 tarihi itibarıyla bu uygulama, arşiviyle birlikte istihbarat biriminin eline geçmişti.
FETÖ’nün ‘enselendiğini’ fark etmesi ise, ilerleyen aylarda bu uygulamayı aktif şekilde kullananların isim listelerinin ilgili kurumlara iletilmeye başlamasıyla oldu.
Örneğin, 2016 Ağustos’unda yapılacak YAŞ toplantısı için listelerin çalışılmaya başlandığı Nisan/Mayıs aylarında, 600 kadar Bylock kullanıcısı muvazzaf askerin isimleri TSK’ya iletilmişti bile.
Bu isimler yapılacak ilk YAŞ toplantısında ihraç edileceklerdi.
Bylock’un örgütün iletişim kanalı olduğu konusunda ortada bir şüphe yok.
Yargıtay’ın ilgili dairesi de, bu uygulamanın geçerli bir delil olduğu konusunda kararını vermiş durumda.
Bu böyle iken, FETÖ ile ilgisi olmadığı halde tuzağa düşürülerek bu ağa itilenlerin aklanmış olması, örgüte değil, olsa olsa adalete hizmet eder.
Devlete, mahkemelere duyulan güven artar.
Buradan FETÖ’nün ekmeğine yağ sürmek gibi bir anlam çıkmaz.
Sadece Bylock meselesinde değil, bu davaların bütününde, Kamudan yapılan ihraçlarda/açığa almalarda da bu kriterin gözetilmesi büyük önem taşıyor.
Buna kendi şahitliğimden bir örnek vereyim:
15 Temmuz gecesi, henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı gelmeden önce evinden çıkan, havaalanının yolunu tutan, korna çalarak kendi imkanıyla etraftaki insanları sokağa çağıran bir yakınım, darbe kalkışmasından birkaç gün sonra müfettiş olarak çalıştığı kurumda açığa alınmıştı.
Bu yakınım, FETÖ’ye kenardan köşeden herhangi bir bulaşıklığı olmadığı halde kendisi gibi açığa alınan bir arkadaşının da ismini bana verdi.
Bu konuyu o günlerde, çalıştığı kurumun başındaki Kabine üyesine aktardım.
Sağ olsun hemen ilgilendi, birkaç gün sonra döndü ve bu iki genç insanın örgütle herhangi bir alakalarının bulunmadığını, göreve en kısa sürede döneceklerini beyan etti.
Döndüler de…
Sonra anladık ki, aynı kurumda çalışan başka görüşten müfettişler, fırsat bu fırsat bizim bu gençleri de FETÖ torbasına atıvermişlerdi.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile yürüyen FETÖ davalarını da konuştum.
Yargı makamlarının işlerini düzgün, etkili ve hızlı bir şekilde yürütmeleri için her türlü imkanı sağladıklarını anlattı.
En ciddi sorunun Emniyetteki dijital verilerin incelenmesinde yaşandığını söyledi.
FETÖ davalarıyla ilgili 1 milyon 300 bin dijital verinin şu ana kadar yüzde 30’unun tamamlanabildiği bilgisini verdi.
Kolay iş değil tabi.
Davalar birinci derece mahkemelerde tamamlandıktan sonra temyiz makamı olan Yargıtay’a geliyor.
Alt mahkemeler işini bitirdikçe, Yargıtay’ın yükü daha da artacak.
Bunun için de önemli bir tedbir alındı.
Başka yerlerinden tartışılan son KHK ile Yargıtay’a 100 yeni üyenin alınabilmesinin önü açıldı.
Bu kararın temel gerekçesi, temyiz için gelen dosyalara bakacak yüksek hakim ekibinin güçlü hale getirilmesi.
Sonuç itibarıyla adaletin düzgün işlemesi kadar, zamanında tecelli etmesi de büyük önem taşıyor.