|
TL’deki değer kaybı, enflasyon ve değişim

İktisat literatüründe enflasyon kalp atışı gibidir. Çok fazlası da, çok azı da makbul değildir. Eğer kayda değer enflasyonunuz yok ise işler geleceğe dair kötü gidişat içerisine girmiş ve muhtemelen ülke resesyona hazırdır. Nitekim 2008 yılında ki ekonomik çöküşün ertesinde gelişmiş ülkeler bu sorunu görüp likiditeyi arttırarak ve faizleri düşürerek ekonomiyi canlandırmaya çaba göstermişlerdir. Bu çabanın göstergesi olarak enflasyonu ve istihdamı baz almışlardır. Enflasyon makul seviyelere geldikçe de faiz yükselterek ve likiditeyi azaltarak bir nevi dengeleme pozisyonu alınması gerekirken, ABD Merkez Bankası da yakın zaman evvel aynen bu hamleyi planlanmıştır. Bu pozisyonun neticesi ile bollaşıp bir kısmı gelişmekte olan ülkelere giden likidite yerel para biriminden rezerv para birimine yani USD’ye çevrilip geri dönüşe başlamış bu ise gelişmekte olan ekonomilerde kur baskısı yaratmıştır. Geçen hafta başlayan TL’de ki değer kaybı da bu sürecin etkisi ile oluşmuştur. Zira birkaç gün evvel ABD’den gelen enflasyon ve istihdam rakamı beklentilerin üzerinde gerçekleşmiş olup bu durum yeni bir faiz artırımının yolunu yeniden kısaltmıştır. Ayrıca likiditeyi geri toplama aşamasına da geçişin önü artık açılmıştır. Bu durum geleceğe dair gelişmekte olan ekonomilerde kur baskısını gitgide arttırmaktadır.

Zincirleme reaksiyon

Gelişmekte olan ekonomiler de kur baskını göğüslemek kolay iş değildir. Zira bu topu göğüslemek için Ortodoks ekonomi öğretisi faizin arttırılmasını emrederken, faiz artışı ise yatırımları düşürür, bu durum istihdamın azalması veyahut yeterince artamaması gibi sorunları beraberinde getirir. İşin sosyal yönüyle siyasi yönü de zora girerken (Örn.,işsizliğin artmış olmasının doğurmuş olduğu sosyal çalkantı) toplum geleceğe dair beklentilerini olumsuza çevirdikçe ilk noktadaki enflasyon beklentilerin etkisi ile daha da artar. Zira enflasyonun en önemli tetikleyeni beklentilerdir. Hane halkının ekonomik beklentisi olumsuzlaştıkça bilhassa Türkiye’miz de enflasyonun yükseleceğine dair genel kanı on yılların kalıtsal etkisiyle kendini derhal gösterir.

On yılların Etkisi

Son 35 yıllık enflasyon verilerini incelediğimizde 1983 yılında yüzde 37 olan enflasyon, 1987 yüzde 75’e, 1994 yılında yüzde 125’e, 1997 yılında yüzde 99’a, 2001 yılında 68’e vardığını, yani çok yüksek enflasyon döneminden geçildiğini görmekteyiz. Sonrasında 2003 yılında yüzde 18, 2014 yılında yüzde 9, 2008 yılında yüzde 10, 2012 yılında yüzde 6, 2016 yılında ise yüzde 8,5 ile tek hanede seyir eden bir enflasyon düzeyine oturmuş olduk. Rakamlar ve yılları bir araya getirdiğimizde ekonomik ve siyasi beklentilerin kötü olduğu dönemlerde ki enflasyon artışını yaşı 40 civarında olan okuyucularımız belleklerinde sebep ve sonuçları ile hatırlayacaklardır. Bahsettiğimiz on yılların kalıtsal etkisi işte bu geçmiş verilerden gelmekte, belleklere kazılmış bu veriler her makroekonomik olayda veya siyasi belirsizlikte enflasyonu ilk olarak zihinlerde yükseltmektedir. Bu noktada siyasi istikrar ve ön görülebilir ekonomik düzenin ne denli önemli olduğu aşikardır.

Eylül ayı enflasyon rakamı yüzde 0.7 olarak açıklandı. Geçen yılın aynı ayında yüzde 0.2 olan enflasyon bu eylül rakamına göre senelik yüzde 11.2’ye varmış durumda. Ekim aylarının geçmiş verilerine bakılınca Ekim ayı ile beraber %12 ye varan bir enflasyon ile karşılaşacağımız aşikar. Senelik enflasyon ise kurda aşırı dalgalanma yaşanmaz ise %10 seviyesinde, TCMB enflasyon beklenti endeksinin üzerinde tamamlanacağı tahminlerime göre netleşmiştir. Hükümet kaynaklarının sıkı mali duruşu esas alacaklarını ifade ettiklerinden bu enflasyon verisi ile yakın zamanda faizlerde aşağı yönlü bir hareket beklenemez. Ancak 2018 yılına eğer kurda görece istikrar sağlanırsa tekrar tek haneli enflasyon ligine geri dönmemiz mümkün olacaktır. Zira bazı aylarda görece yüksek çıkan 2017 yılı enflasyonu baz etkisiyle tekrar aşağı yönlü kırılma yaşayacaktır.

İktisadi olaylar sadece matematiğe dayanmamaktadır. Zira merkezinde insan vardır. İnsan faktörü her zaman aynı sebeplere aynı neticeleri vermez. Makine değildir. Fizik veya kimyacıların dünyasında ki gibi kesinlik ve netlik yoktur. Fen bilimlerinde ki meşhur “normal şartlar altında” çerçevesi ekonomide çizilemez. İktisadi olaylarda sosyolojik olayları barındırdığından siyaset ile de iç içedir. Bu nedenle iktisadi kararlar çok zor alınır, fakat kolaylıkla eleştirilebilir. Doğruluğun ispatı ise bir o kadar zordur. Bu açıklamayı iktisadi hayattaki insan olgusuna dikkat çekmek için yaptım.

Net olan bir konu var ki; makroekonomi ne noktada olursa olsun hane halkı israfı bırakır lüks ithal malzemeler yerine yerli ve yerinde tüketim ile tasarrufu öne çıkarırsa bu manzara da işler en temelinden değişir. İnsanlarımızın tüketim alışkanlıkları bu yönde gelişirse ithalatın azalıp yerli üretimin arttığı yeni bir ufka doğru yelken açmış oluruz. Bu ufuk bizi gelişmiş ekonomiler seviyesine çıkaracak yegâne yoldur.

#Enflasyon
#Türk Lirası
#Ekonomi
7 yıl önce
TL’deki değer kaybı, enflasyon ve değişim
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’