|
AB, kabusla uyanmak istemiyorsa...

HANNOVER

Türkiye''nin üyeliği AB''nin geleceği açısından bir sınav niteliği taşıyor. AB''nin geleceği de büyük ölçüde, bu sınav çerçevesinde belirlenecektir. Çünkü, Türkiye karşısında ortaya konacak her tavır aynı zamanda bir ''Avrupa vizyonu''na tekabül etmektedir. Nitekim, Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün Hannover''de 4 bine yakın Türk vatandaşına hitaben yaptığı konuşmada her zaman söylediği bir cümleyi tekrarladı: “AB medeniyetler ittifakının adresi olmalıdır, medeniyetler çatışmasının değil…”

Bu çerçevede ana eğilim, Hristiyan Avrupa isteyenlerdir. Bunlara göre, Müslüman Türkiye''nin Avrupa''da yeri yoktur. ''Hazmetme kapasitesi''ni savunanlar açısından da, Türkiye''nin AB''ye siyasi entegrasyonu oldukça zor görünmektedir.

Esas itibariyle, Türkiye''ye destek verenler bu ana eğilime karşı duranlardır. ''Değerler Avrupası''nı savunanlar, demokratik bir Türkiye''nin AB''ye katılmasının elzem olduğuna inanmaktadırlar. Bir kere, Türkiye karşıtları ''çağın ruhu'' ile çelişen bir istikamette ilerliyorlar. Dolayısıyla, çağa karşı direnenlerin, nihai planda Türkiye''nin üyeliğini engelleyebilme imkan ve ihtimali yoktur.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, Başbakan Erdoğan''la yaptığı ikili görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, biraz da Roma anlaşmasının 50. yılında Türkiye''nin çağrılmamasının doğurduğu kırgınlığı telafi amacıyla umutlu mesajlar verdi. “Artık geleceğe bakacağız, sayın Başbakanla buna karar verdik” diyen Merkel, “Hepimiz müzakerelerin devamı için çalışıyoruz. Her zaman ahde vefa ilkesini savunuyorum, sayın Erdoğan buna güvenebilir” şeklinde konuştu.

Ancak şu anda bütün bunlara rağmen, Avrupa''da Müslüman Türkiye''ye karşı oluşan manzara hiç de hoş bir fotoğraf vermiyor. Hemen bütün AB ülkelerinde, ''değerler Avrupası''nı oluşturan çoğulculuk, insan hakları, özgürlük ve hukuk devletine karşı bir ''nefret'' çığlığı yükseliyor.

Özellikle Almanya, Fransa, Avusturya ve Hollanda başta olmak üzere çoğu Avrupa ülkesinde başlayan yabancı düşmanlığı, Türk düşmanlığı ve İslam düşmanlığı giderek bir ''ırkçı'' tehlikeye dönüşmek üzere…

İşin en dramatik tarafı da, AB''nin Roma Antlaşması''nın 50. yılını kutladığı bir yılda başta Türkler olmak üzere bütün Müslüman yabancılara karşı kültürel ırkçılığın, siyasal ırkçılığın ayak seslerinin yükseliyor olmasıdır.

Başbakan Tayyip Erdoğan, 27 Mart''ta parti grubunda yaptığı konuşmada, Avrupalı siyasetçilere özellikle Roma Antlaşması''nın 50. yılı vesilesiyle önemli uyarılarda bulundu:

“Yıllardır söyleriz, AB''yi Hrıstiyan kulübü olarak görmek isteyen çevrelerin tavırları hiçbir zaman dünya gerçekleriyle Avrupa''nın gerçekleriyle örtüşmemektedir. Bugün Avrupa''da yaşayan milyonlarca müslüman Avrupa kimliğinin önemli bir parçasıdır. Bu gerçeği görmezden gelmek iyi niyetle bağdaşmayacağı gibi varolan durumu da yok saymak olur.”

Kuşkusuz, bu ''ırkçı dalga''nın yükselişinde Avrupalı siyasetçilerin de büyük payı var. Mesela, Fransa''da merkez-sağ aday Sarkozy, Türkiye''nin AB üyeliğine şiddetle karşı. Sarkozy bununla da yetinmiyor, seçmenlerine Nazi dönemi propaganda bakanı Göbels''i hatırlatan “Ulusal Kimlik ve Göç Bakanlığı” vaat ediyor.

Doğrusu insan merak ediyor, Avrupa tarihten hiç mi ders almaz. Şimdilerde Türklere ve Müslüman yabancılara karşı “Ya sev, ya terk et” sloganıyla başlatılan nefret, geçmişte Yahudilere karşı uygulanmadı mı? Avrupa, bu kültürel ırkçılığın, siyasal ırkçılığın travmasını yıllarca yaşamadı mı?

Eğer Avrupalı siyaset ve düşünce adamları, barış ve demokrasi düşmanı rüzgarı kışkırtmaya devam ederlerse, sonunda Avrupa öylesine ''ırkçı'' bir felakete teslim olur ki, bu ''Avrupa barış projesi''nin sonu olur…

17 yıl önce
AB, kabusla uyanmak istemiyorsa...
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak