|
Evlerine dönmekte geciken haşarı çocuklar için

Kimi yazarların yazdıklarını okuduğunuzda, güçlü kalemine hayran kalırsınız... Yazılarına bakarak kafanızda oluşturduğunuz imaj, kendisiyle yüzyüze görüştüğünüzde yahut ekranda rastladığınızda bir anda değişiverir. Çünkü tahayyül ettiğinizle karşınızdaki çok farklı çıkmıştır. "O muhteşem yazıları yazan kişi, bu ufak tefek adam mıydı?" diye geçirirsiniz içinizden.

Bu her zaman böyle olmaz. Bazen de "tam isabet" buyurduğunuzu görürsünüz. İşte Dücane Cündioğlu, ikinci gruptakilerdendir. Davudî sesi ve heybetiyle yazdıkları birbiriyle tam uyum içindedir.

Kitabevi''nden çıkan Hakikat ve Hurafe adlı kitabını okurken aklımdan bunlar geçti.

Aslında, "şair olması gereken adam" diye düşündüğüm biridir, sevgili arkadaşım Dücane Cündioğlu.

"Aşk''ın bir asliyeti vardı, haysiyeti vardı, mahremiyeti vardı; aşk''ın mecâzı ve hakikati vardı. Uşşâk zâhiri kastetmez, mecâza başvururdu; nâdan her ne kadar mukayyed anlasa da onlar mutlak olana işaret ederlerdi. Şimdi süfehâ, mecaz''ı hakikat''e (mukayyed olana) dönüştürdü ve mahremiyetin hürmetini ihlâl etti; sadece aşk''ın kendisini değil, aşk sözcüğünü de kirletti. Bu yüzdendir ki ehli, artık bu sözcüğü kullanmaktan utanır hale geldi. Şiir de payına düşeni aldı; şiiriyyet de... Aslı kalmadı, asâleti kalmadı, aslı-usûlü kalmayan herşey gibi şiir de şâirinin elinde değil, tâcirinin elinde...

Fuzûlî''nin sesini kim duydu? Sessiz şâirlerden kim etkilenmedi? Şimdi ses var, görüntü var, şâir gibisi var; lâkin şiir hâlâ sessiz, görüntüsüz ve şâirsiz. "Şâirsiz şiir olur mu?" demeyin... Aslında her şiir şâirsizdir. Şiir şâirinin elinden çıkmaz; bilakis şiir şâirini bekler, şâir şiirini bulur. Bize düşen her ikisini bir arada bulmak ve hemen şiirsiz şâirlerin, şâirsiz şiirlerin dünyasını terketmektir..."

Doğrusu, şiir yazıp yazmadığını bilmiyorum. Yazıyorsa bile tek mısraını görmüş değilim ama, o satırları yazan kişi, emin olun "esaslı" şiirler yazar.

Kitaba dönersek,

"Hakikat ve Hurafe, herkese hitab etmiyor; bilakis, herkes''in dışında kalabilmeyi başarmış küçük ve seçkin bir azınlığı; yani hakikat ile hurafe arasındaki ve bağlacını kaldırabilme gözüpekliğini gösterebilenleri kendisine muhatab alıyor; zira ancak ehl-i kıllet, esas itibariyle her hakikat''in bir hurafe, her hurafe''nin bir hakikat olabileceğini lâyıkı vechile takdir edebilir ve sadece onlar hurafelerinin zerresini dahî fedâ etmemek hakşinaslığını gösterebilir.

Hakikat ve Hurafe''nin ateşi; söz''ün hurafesine, yazı''nın hakikatine olan güvenlerini kaybetmemek amacıyla yola revân olup sırf kıyılardan çakıltaşı topladıkları için evlerine dönmekte geciken/geç kalan haşarı çocukların dikkatini çekmek için yakıldı. Sahillerin bu haşarı çocukları, biraz ötelerinde yanmakta olan ateşi görebilirlerse şayet, o ateşin yanıbaşında tıpkı kendileri gibi gecikmiş/geç kalmış bir arkadaşlarının daha olduğunu ve eve dönebilmek için (evet sadece eve dönebilmek için) elindeki çakıltaşlarıyla denizi doldurmaya çalıştığını farkedeceklerdir."

Sonuca inanmayın!

Aktüel dergisinin Fethullah Gülen hakkındaki soruşturmayla ilgili olarak düzenlediği anket sonucuna bakıp kimse sevinmesin. Her ne kadar sonuçta "Her din adamının söylediklerini söylüyor. Soruşturma yersiz" cevabı çıkmış da olsa, Aktüel okurlarının "takıyye" yapmadıklarını kim iddia edebilir?

Dergiciler iflah olmaz!..

Bir dergiyi yeni kapatmışken, başka bir derginin hazırlığı içine girmekten "özel bir zevk" alırlar... Mazoşistlik değilse nedir, bilemem.

"Belki bu sefer..." diye başlayan cümleler, daha sonra hafif bir değişikliğe uğrayarak, "Bu sefer tamam inşaallah, her şeyi hallettik..." şekline dönüşür.

Geçenlerde bu tür konuşmalara şahit oldum. Birkaç arkadaş, dergi çıkaracaklarını söylüyor ve bir şairden yazı istiyorlardı. Söz "telif" konusuna gelince, "durum"da bir değişiklik olmadığı ortaya çıktı.

Bir holding bünyesinde çıkarmaya hazırlandıkları derginin "her şeyi tamam"dı ama, telif hakkında bir netlik yoktu henüz. "Yaparız bir şeyler..." açıklamasını yetersiz ve hatta çirkin bulan şair itiraz etti.

- Kardeşim, kâğıtçıya tomarla ödeme yapıyorsunuz... Büro için kiradır, depozitodur her neyse yüklü bir para veriyorsunuz... Matbaaya, ciltçiye, nakliyeye, filme, telefona, her şeye ödeme yapmak gerektiğini biliyor ve nakit değilse bile çek-senet imzalıyorsunuz da yazara-şaire gelince niye iki kuruşluk telifi "önemsiz" buluyorsunuz?.. Her şeyi tamam dediğiniz halde, bugüne kadar telif ödemeyi aklınızdan bile geçirmediyseniz, o dergi yürümez kardeşim!..

Bu durumda söyler misiniz, kim haklı?

25 yıl önce
Evlerine dönmekte geciken haşarı çocuklar için
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi