|
Fatih’in kahramanları

Adana'da aşırı sıcaktan bunalan bir vatandaş, belindeki silahı çekmiş, güneşe beş el ateş etmiş.



Helal olsun, iyi cesaret. Güneşe efelenmek herkesin harcı değil. Ne var ki beş el ateş edip de hedefine hiç isabet ettirememek çok kötü.



Adamı sersem eder bırakır.



Defalarca darbeye teşebbüs edip de bir seferinde bile başaramamak gibi bir şey, neredeyse.



*


Güneşe ateş etmenin darbeye nasıl benzediğini anlatacaktım.



Oradan MHP'ye dair iki kelam edip, Kemalciğimin halini hatırını soracaktım.



Lakin mahallemizin şarkısı başladı.



Şimdi bunları kafamda toparlamam zor.



Şarkı, yalnız İstanbul'da değil, bütün ülkenin çok iyi bildiği Barış şarkısı.



Her gün Barış Manço'yu rahmetle anıyorum.



Domates biber patlıcan şarkısı geliyor aklıma her gün, çünkü bizzat yaşıyoruz o şarkının hikâyesini.



*


Ufak bir kasabaya gitseniz, yaklaşırken “Burada megafonla satış yapmak yasaktır” veya “Yüksek sesle satış yapmak yasaktır” gibi tabelalar görürsünüz.



Halkın rahatsız edilmesini yerel yönetimler istemez.



Fakat İstanbul'un göbeğinde, sur içinde, hizmetleri en çok beğenilen belediyeler sıralamasında hep başta olan Fatih ilçesinde seyyar satıcılar istedikleri gibi bağırabiliyorlar.



Ölçüsüz bir şekilde hem de.



Megafonu sonuna kadar açmış, adım adım ilerleyerek, köşeye kamyonu park ediyor.



Kamyonun içindeki assolist gibi mikrofonu eline alarak başlıyor aralıksız bağırmaya:



“Tomates, patates, sovan…”



Hiç susma yok.



Nefes bile almadan bağırıyor…



Ara sıra başka makama, başka güfteye geçiyor: “Alabla, alabla, alablaeeyyy…”



Alanlar hep ablalar değil, bazen abilerin de ver şuradan beş kilo dediği oluyor. Ama daha çok hanımlar tabii.



Diğeri de yaya dolaşıyor. Uzun pazarcı önlüğünü takmış, bağırıyor…



“Hoayiouvv…”



Bunun ne anlama geldiğini henüz çözemedim.



Fakat şu çok net: “Beş kilo beş milyon, on kilosu on liraey…”



Bunu hem sokakta dolaşan bütün gücüyle bağırıyor, hem megafondaki.



Geçenlerde köşe başında iki kamyon kafa kafaya geldi.



İkisi de aynı işi yapıyor.



Biri Nevşehir plaka, diğeri Niğde.



Aziz memleketimizin iki nadide köşesinden.



Ben rastladıkça tek kamyon dolaşıyor sanırdım.



Meğer iki taneymiş.



Birbirlerine yavaşça çarptılar gibi göründü, öyle değilmiş.



Biri diğerine yol vermeye çalışıyormuş.



Gayet iyi anlaşıyorlar: “Sağ yap, az daha çek. Gel gel. Tamam…”



Megafon ne faydalı bir eser.



Esnaf dayanışması da çok önemli bu arada.



Rekabeti kardeşliğe dönüştürmeyi bilmişler, helal olsun.



*


Dizel motorun gürültüsü, dayanılmaz.



Büyük homurtularla çalışıyor: “Har har har, hor hor hor…” Sanki koca bir gemi motoru.



Hâlbuki baksan, en fazla elli naci'dir veya içindekini kan ter içinde bırakan cinsten.



O motorların sesi, megafonla bağıranın sesi, sokakta yaya dolaşarak bağıran, sarkıtılan sepetlerdeki parayı alıp “patetes sovan” veya “tomates sovan” gönderen genç elemanın sesi, camdan bağıranlar…



Yahu azizim, hangi şehirde, hangi devirdeyiz?



Bu kadar gürültü şart mıdır?



Hastası var, yaşlısı var, bebeği var, uyuyanı var, sakin kafayla düşünmek isteyeni var, ders çalışanı var…



Belediye bunlara nasıl müsaade ediyor?



Desibel denen bir şey yok mu?



Mustafa Demir, duy sesimizi.



Bizdeki de kafa kardeşim, sepet değil ki.



Anadolu'daki, Trakya'daki küçük kasabalarda yapılamayan gürültülü satış, bilmem kaç bin yıllık medeniyet beşiği İstanbul'un göbeğinde nasıl yapılıyor?



Yok mudur bunun bir yolu yordamı?



*


İstanbul'da yaşamak kolay değil. Fatih'te yaşamaksa başlı başına bir kahramanlık.



Ha, diyorsanız ki bunun da bir nostaljik değeri var, kıymetini bilmek lazım. Bir gün hepsi geçip gidecek. Bak, eski yoğurtçuları nasıl arıyoruz, falan… O başka.



Lakin o yoğurtçular bu kadar berbat bağırmaz, küçük bir zil olurdu ellerinde ve megafonları yoktu.


#MHP
#Mustafa Demir
8 yıl önce
Fatih’in kahramanları
Bir büyük insanın ardından
AK Parti’nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu…
Seçimler sonrasında mahalli idareler personeli diken üstünde
Tarihi yapanlar ve yazanlar
Mülâhaza etmek