|
Oradan buraya nasıl geldiniz?

Ne güzeldi eskiden. Vapurda trende birinci mevki, ikinci mevki vardı.

Üç kuruş fazla veriyorduk ama temiz temiz oturuyorduk.

Nezih bir muhit gibiydi.



Sıradan kişiler yüksek para ödemek istemediği için bizim tarafa geçmezdi.

Kontrol edilince anlaşılırsa, yüksek ceza kesilirdi.

Bir de üçüncü mevki vardı ki, artık onlar iyice parasızlar içindi.

Karanlık, havasız… Vapurun bodrumu.

Kapının yanından geçerken baktığımızda dudak büker, burnumuzu tutardık.

Tahta kanepelere uzanıp yatardı oradaki köylüler.

Kara kara adamlar, şalvarlı çarşaflı kadınlar görürdük.

Sümüklü çocuklar, neredeyse hepsi lastik ayakkabılı.

Soğan sarımsak kokusu kapı aralığından yayılırdı.

O zamanlar rahattık şekerim.

Adadan binerdik, yumuşak lüks koltuklarımıza otururduk.

Sohbetimiz vardı, şakalaşmalarımız vardı.

Aradaki masada iskambil bile oynardık İstanbul’a gelene kadar.

Garsonlar tertemiz, çayımız kahvemiz mis gibi.

Sonradan o mevki ayrımını kaldırdılar.

Şimdi yanına kim oturacak, bilmiyorsun.

Nereye gitsen, yanına bir hödük denk geliyor mutlaka, affedersin yani.

Fakir fakirliğini bilmiyor, zengin zenginliğini yaşayamıyor artık.

İniyorsun şu Sirkeci’de…

Etrafın magandalarla çevriliyor bir anda.

Zaten vapurdan inmek de bir eziyet ki sorma.

Ahırdan çıkan sürüler gibi davranıyor kalabalık, onların içinde sürükleniyorsun.

İnsanın üstüne üstüne geliyorlar.

Hani bir bak değil mi yanındaki, önündekinin giyimine, kuşamına.

Üst baş tertemiz biri işte görüyorsun. Parfüm kokusu var, ondan da mı anlamıyorsun değil mi? Makyajı, hâli tavrı falan…

Yok. Hiç kimsenin umurunda değil şekerim.

Artık en son inmek en iyisi.

Fakat sona kalmak da bir işe yaramıyor.

İndikten sonra da o insan seli içinde aynı sıkıntılar devam ediyor.

Her taraf maganda, görüyorsun işte.

Eskiden bu şehrin bir usulü, bir adabı vardı. Şimdi hiç kalmadı. Hiç.

İnan, içimden ne geçiyor biliyor musun?

Bunların hepsini bir yere toplayıp üstüne gaz dökeceksin, kibriti çakacaksın.

Şehrin kültürünü yok ettiler hayatım; ahengini bitirdiler.

Her tarafta kebap kokusu.

Nerede bir avuç yeşillik varsa, bir ağaç gölgesi varsa, çöküyorlar başına.

Hemen bir mangal… Cayır cayır pişirip kendilerince ziyafet çekiyorlar.

Lokantalar da aynı şekilde, parklar bahçeler de.

Hep söylerim, bunların oyuyla bizim oylarımız bir sayılıyor, inanabiliyor musun?

Okumuşuz, tahsil görmüşüz, belli bir yere gelmişiz, malımız mülkümüz servetimiz var, Avrupa görmüşüz, Amerikaları adımlamışız, ne yazar?

Oğlun Amerika’da okumuş, kızın Avrupa’da mastır yapmış, hiçbir kıymeti yok.

Kro hayatım bunların hepsi; geldiler, bu şehri elimizden aldılar.

Adam neredeyse çizgili pijamayla vapura binecek.

Zaten piknik yaparken öyle giyiniyorlar. Üstat ne güzel söylemişti: Göbeğini kaşımadan duramıyorlar.

Sanki şartmış gibi. Atlet, pijama. Kıllı kıllı… Neyse ki şimdilerde eşofmana terfi edenler oldu.

Ne anlamı kaldıysa… İstanbul, İstanbul olmaktan çıktıktan sonra…

*

Şaka değil, abartı değil, yakıştırma değil.

Vaktiyle bütün bunları söyleyenler, şimdi ne diyorlar biliyor musunuz?

“Devlet kuracaklarmış. Kurarlarsa kursunlar aman bana ne? Verelim gitsin.”

Bir zamanlar böyle insanlık dışı davranan, faşistçe hayaller kuranlar, şimdi o beğenmedikleriyle kolkola girmekten, dayanışma içinde olmaktan çok mutlu. Oradan buraya nasıl gelindi, anlamak imkânsız.

Hele bir de terörü haklı görmek var ki insanı hakikaten kahreder.

Ne önceki tavır doğruydu, ne şimdiki.

#Vapur
#Fakirlik
#Şehir
#İnsan
5 yıl önce
Oradan buraya nasıl geldiniz?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler