|
Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni

Dilini bağlamaya, elini kolunu bağlamaya çalıştılar, sınır çizgisi dışında kalan kardeşlerimizin. Yüz yıl acı içinde geçti bu yüzden. Onlar hep direndi. Büyük bir tevekkül ve köklü bir inançla.



Üsküp'teki kongreye karayoluyla giden akademisyenler arasında Balkan topraklarını ilk defa görenler de bulunuyordu. Önceki yazıda yarım kalan Fahri Tuna'nın izlenimlerine bugün devam ediyoruz.



*



Gümülcine seçilmiş müftüsü İbrahim Şerif, bizi şu sözlerle uğurladı: “Biz yüz yıldır kimliğimizi dinimize ve dilimize sımsıkı sarılarak koruyabildik. Aksi halde yok olurduk. Siz de kıymetini bilin. Siz dimdik ayakta durun ki biz de dik durabilelim. Unutmayın, siz sendelerseniz, biz yüzükoyun yere kapaklanırız.”



Rodoplar'ın yamaçlarına sırtını dayamış İskeçe'ye uzaktan el sallayıp Mehmet Ali Paşa'nın mamur ettiği Kavala'ya yöneliyoruz.



Kavala iç içe koylar, güzellikler şehri. İlkin Kanuni'nin yaptırdığı su sarnıcı karşılıyor bizi. Damağımızda Kavala kahvesinin nefis tadı, dimağımızda eski günlerin ihtişamını, yamaçtaki bir evin duvarına çizili, Türk kısmı kan kırmızısı, Rum kısmı beyaz bir Kıbrıs haritası ve bir slogan bozuyor: “Remember Kıbrıs”



*



İki saat mesafedeki İzmir'in sırdaşı, gönüldaşı Selanik, akşam sofrasını hazırlayan bir nazlı ve güngörmüş gelin edasıyla karşılıyor bizi. Ecdat yadigârı Beyaz Kule'yi yakından, Yeniçerilerin naralarının bulutlara karıştığı şehrin kalesini uzaktan gösteriyor.



Mustafa Kemal'in doğup büyüdüğü evde, kâh dayısının çiftliğinde karga kovalayan küçük Mustafa oluyoruz, kâh nur yüzlü Zübeyde Hanım'dan “Dedem Korkut masalları dinleyen küçük Makbule.”



Akşamın hüznü çökerken Selanik'in üstüne, atımızı eyerleyip deryadil evladı Yahya Kemal'in diliyle “Şardağı'nda Bursa'nın devamı” olan Üsküp'e yollanıyoruz.



İki yakası bir araya gelmeyen garip bir şehirdir Üsküp. Geçen yüzyılı yaşadığının pek de farkında olmayan “Bizim Üsküp”, ovada devasa binalardan müteşekkil, Vodna Dağı zirvesine dikilen 67 metrelik haçı serpuş niyetine takan modern giyimli züppe kılıklı “Yabancı Üsküp”.



*



İtiraf edelim, belki yoksulluktan belki yoksunluktan belki fakirlikten Üsküp bugün için yeryüzünde Osmanlı'nın cami cami, çarşı çarşı, sokak sokak, en iyi, en canlı yaşanıldığı şehrin adıdır. 1885'te 2. Abdülhamid'in hizmete soktuğu “Tefeyyüz Mektebi” hâlâ binlerce çocuğumuzun Türkçe'yi yaşadığı ve yaşattığı bir kale. Hemen bitişiğindeki Rıfai Tekkesi ile birlikte Balkanlar'da altı asırdır kurduğumuz Türkçe, hoşgörü ve gönül medeniyetinin nişanesi.



Oradan Köprü Dergisi'ne yani bir huzur ve umut limanına uğruyoruz. Şair Leyla Şerif Emin yönetiminde on beş yıldır ülkede Türkçe şiirin, öykünün, denemenin, araştırmanın merkezi Köprü Dergisi.



Yaşları on sekiz yirmi beş arasındaki otuz kadar gencin yazarlık eğitimi çalışmasında olduğunu görünce duygulanıyoruz. Akademisyen grubumuzdan Aytuğ Hanım'ın serzenişleri yüreğimizi titretiyor: “Biz Türkiye'de çocuğumuzu daha anaokuluna verirken en iyi İngilizce öğreten okulu arıyoruz. Üsküp'te insanlar Türkçe yaşasın diye ne büyük fedakârlıklara katlanıyorlar.”



*



Ebu Hanife Kitabevi'ni geçip bir Orhan Gazi hediyesi misali dimdik ayakta duran Murat Paşa Camii'nin sağından devam ediyor, herkesin Balkan Türkçesi ile konuştuğu bir lokantada düğün çorbası, kabap şopska eşliğinde kendimize ziyafet çekiyoruz.



Ardından Şar Dağı eteklerinde Makedonların Tetova, bizim Kalkandelen dediğimiz şehre ulaşıyoruz. Beş yüz yıllık iki ecdat yadigârı eser kucaklıyor bizleri. Alaca Camii ve Sersem Ali Dedebaba Bektaşi Tekkesi. İlkinin rengârenkliği, ikincisinin mimarisi ve fonksiyonelliğine hayran kalıyoruz.



Gosti misafir demek. Gostivar misafirperver şehir. Orada Balkanlar'ın tek Türkçe eğitimi veren kurumu olan Vizyon Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fadıl Hoca ve yardımcısı Doç. Dr. Abdülmecit Nureddin “Buyurun kendi evinize” sözleri ve sımsıcak yüzleri… Bir de Balkanlar'da pek rastlanmayan Türk çayı. Daha ikinci yıllarında beş fakültede beş yüz öğrenciye ulaşan üniversiteyi gezerken fark ediyoruz ki bu medeniyet, bu topraklardan silinmez.



*



Gostivar'ın kırk çeşit dondurması, kırk çeşit pastası, bir de köftesi meşhur. Üstüne de trileçe tatlısı. Hepsinden daha önde gelen ise, insanı.



Görüyoruz ki, Gostivar'daki kardeşlerimiz de bütün Balkanlar gibi Ömer Seyfettin'in öz kahramanları.



Buralara geldiğinizde, yedi bin nüfuslu Türk köyü Banisa'ya düşmeli yolunuz. Genç Kalemler Derneği'ne uğramalı, duvarda asılı duran albayrağımız önünde nefis çayınızı yudumlamalısınız.



Değerleri, hükümleri ve alışkanlıklarıyla bu köy, Anadolu'daki herhangi bir köyden farklı değil. Ya da 'birhangi' köyden.



*



Hasip Amca bakın ne diyor: “Dedem, ben küçükken tembih etti. 'Mübarek Osmanlı buraları kanıyla aldı. Bir yere gitmeyin siz de akıtmadan kanınızı sakın.' Biz hep bunun için kaldık. Hep kalacağız.”



Banisa'dan Avukat Abdüllatif ise şöyle söyledi: “Bizi unutmayın buralarda. Bilin ki kardeşleriniz emanete sahip çıkıyor.”


#Fahri Tuna
#Abdülmecit Nureddin
#Gostivar
#Orhan Gazi
7 yıl önce
Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni
Bir küresel ticaret müstemlekesinde yaşamak
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…