|
Yoksulluktan üşüyen elleri vardı babalarımızın

Babam ile Mersedes, Hüseyin Akın’ın yeni çıkan şiir kitabı.

Korona günlerine rastlayan kitapların biraz mahzun olduğunu düşünüyorum.

(Nereden derseniz, kendimden biliyorum.)

Şiir okumak, bence hikâye ve romandan zordur. Her bir şiiri okuyup hemen diğerine geçmek olmaz. (Bu da bana göre böyle.) Durup dinlenmek, o şiirin sesini biraz olsun dinlemek gerekir.

Hüseyin Akın’ın şiirlerini -o dinleme kısımlarında- birkaç defa daha okudum. Keyifle ve emin olun, heyecanla. Sonra, merak ettiğim konular hakkında şaire birkaç soru sormak istedim. O da cevap verdi sağ olsun.

*

“Son şiirden başlayalım. Neden hiç şiir yazmadın Kudüs’e?”

“Kudüs ne vakit işgalden kurtulursa o zaman yazacağım şiirini. Mazlum coğrafyalar ve tutsak mabetlerle ilgili şiirler, bu meşum talihi kanıksamak gibi geliyor bana. Bir tür gözyaşı dökme biçimi. Oysa ağlamaya değil, kurtuluş sevincine ihtiyacımız var artık. Mazlum coğrafyalar ya da esir mekânlarla ilgili yazılan şiirlerin sanki “değişmez kader” gibi gizli bir vurgusu var. Dolaylı telkin de denilebilir. Elini ve dilini yeterince kullanmadan “buğz” aşamasına geçme kolaylığı da denilebilir. Benim şiirim bu tavra tepki çeken bir şiirdir.”

“Bu kitapta en çok geçen kelime ölüm. Cenaze, mezar gibi ölüm etrafındaki kelimeler de epeyce geçiyor. Hepimiz ölüme eşit mesafedeyiz ama yüz defadan fazla karşılaşınca, takıntı olarak algılanma riski bile var. Nedir, biraz izah etmek iyi olmaz mı?”

“Ölüm her gün yüz defadan fazla karşımıza çıkıyor. Yolumuzun üzerine oturuyor. Hep manşette olan o. En çok takipçiye o sahip. Hayattan daha kıdemli. Kur’an’da Allah Mülk Suresi 2. Ayet’te “Hanginizin daha iyi iş yapacağını denemek ve sınamak için ölümü ve hayatı yarattık” buyuruyor. Dikkat edilirse ölüm hayattan önce geliyor. Zaten şiir dediğimiz şey en kestirme yoldan ölüme hazırlıktır. Ben şiirimde ölümü evcilleştirmeye çalıştım.”

“Samatya’dan salınan kırmızı gül, Fener’e ulaşmış mıdır?”

“Solmamışsa, yolunu tıkayan olmamışsa, en önemlisi yolunu bekleyen birileri varsa ulaşmıştır. O gülün hangi ele yakışacağı ve rengini ve kokusunu kime sunacağı da önemli.”

“Nevzat’ın Çukurcuma’daki dükkânı ne âlemde?”

“Nevzat’ın şu bizim şair Nevzat Onmuş olduğunu öncelikle söyleyeyim. Çukurcuma’da Nevzat dostumuzun iğneden ipliğe her şeyin bulunduğu bir antika dükkânı var. Film dünyasının en geniş arşivine ve platolarına sahip biri aynı zamanda. Yakın zaman önce “Tuvalet Sergisi” adıyla çok ilgi çeken bir sergi açmıştı. Bu şiir dünyanın adına “öte beri” ya da “ıvır zıvır” diyebileceğimiz her şeyini içerisinde barındırdığından dolayı bu mekândan ilhamını aldı. Dükkân yerli yerinde duruyor, gezmenizi tavsiye ederim.”

“Sessiz harpler ne zaman biter?”

“Öyle zannediyorum ki bu modern sessizlik ilkel olanla yer değiştirmediği sürece bu sessiz harp de bitmeyecektir. Korkunç olanı da budur. Çünkü “geliyorum” ve “geldim” diyen bir sesi yoktur bu sessizliğin. İlkel sessizlik tabiatın ve insanın yalın ve de doğal haliyle uyumlu olan sessizliktir ki şiirin asli hedefi oraya ulaşmaktır. Zira şiir en ilkel dildir. Verili dille tanıştığımız günden beri insanın konuşması da koşması da sesli ya da sessiz harbe dönüşmüştür.”

“Bütün kelimeleri D ile başlayan Davraz Dağı şiiri hakkında iki üç cümle etmek gerektiğini düşünüyorum.”

“Benim fakülteden bir grup arkadaşımla aynı mangada yer alıp aynı koğuşu paylaştığım Isparta 40. Piyade Alayı’nın eğitim sahasına bakan dağın adıdır Davraz Dağı. Ona söz vermiştim, keskin kuru soğuklarda yanaşık düzen eğitimi yaparken; “senin şiirini yazdım senin şiirini yazacağım” demiştim. Sözümde durdum. O günkü fakülte arkadaşlarımla tek kol aralığı hizaya girer gibi “D” harfi etrafında dizilelim istedim. Davraz Dağı da kabul etti bunu “D” harfi de. Fakülteden manga arkadaşlarım zaten dünden razıydılar. Şiir böyledir, yazılmak için hep bir bahaneye ihtiyaç hisseder.”

“Mercedes kaç modeldi?”

“17 Eylül 1961 Menderes’in idamından sonra olduğuna göre 1962 model olmalı. Babam hiç şiir yazmadı ve hiçbir zaman 1962 model bir Mercedes’e binmedi. Zaten Mercedes de babamın yanına yaklaşmaya cesaret edemezdi.”

“Baban binseydi o arabaya...”

“Belki de Menderes idam edilemezdi. Çünkü o dönemin babalarının yoksulluktan üşüyen elleri vardı. Sahip olmadıkları şeylerin vergisini ödüyorlardı.”

#Samatya
#Mercedes
#Yoksulluk
4 yıl önce
Yoksulluktan üşüyen elleri vardı babalarımızın
Şiddet yönetimi ve etnik milliyetçilik: Kürt sorunu mu dediniz?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…