|
Diyalog kuramadıklarımızdan mısınız?

Tarihin sayfaları kanla yazılmış. Savaşlar barış günlerinden, kıtlıklar bolluklardan, skandallar sıradan yaşamlardan çok daha fazla yer kaplamış bize kadar ulaşan tarih kitaplarında. Geçmişi bu kitaplardan ibaret bilenler, dünyayı akşam sekiz haberlerinden izleyenler gibi karamsar bir tabloyla karşılaşırlar hep. Zira acılardır hafızalarda iz bırakan.

Bugün dünyaya baktığımızda her tarafımızı kan revan içinde görüyor ve dünyanın nasıl olup da hâlâ dönmeye devam ettiğini anlayamıyorsak, bu, bize akan tüm bilgilerin önce bir "haber" süzgecinden geçmesindendir. Evet, bugün Çeçenistan, Endonezya, Etiyopya, Nijerya, Filipinler, Doğu Türkistan, Sierra Leone benzeri pekçok ülkede sıradan ihtiraslar, karşılıklı cehalet ve ayrımcılık gibi sebepler yüzünden binlerce insanın kanı dökülüyor. Ancak buna karşın dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğu kanı hayatlarında sadece televizyon ekranlarında görüyor.

Ne yazık ki, son zamanlarda büyük bir heyecanla alkışlanan diyalog çağrıları söylemi, bu gerçeği gözardı etmekte. Öncelikle Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından başlatılan ve sadece toplumu oluşturan muhtelif kesimler arasında değil, daha da ileri giderek dinler arası bir diyalogu sloganlaştıran bu söylem, şu sıralar işe Diyanet''in de el atmaya kalkışmasıyla daha bir hareketleneceğe benziyor. Ancak söylemin temeli öyle dar kapsamlı bir tarih perspektifine oturtuluyor ki, neticede sanki bu diyalog arayışlarının tarihte ilk kez bizimkilerin girişimiyle başladığı intibaı veriliyor.

Şüphesiz ki, üst seviyede diyalog elzem bir arayıştır. Kayıtlara geçmemiş olan dünya tarihi zaten, çok daha alt seviyede bir diyaloğun gerçekleştiğine şahit değil midir? Daha ilk çağlardan itibaren tacirler, misyonerler, gezginler, öğrenciler, elçiler ve savaşçılar, bilinen dünyanın bir ucundan diğerine defalarca gidip gelmiş, medeniyetler arasında bu sayede maddi, manevi ve kültürel bir akışkanlık sağlanmamış mıdır?

Gerçi insanlık tarihi, görünürdeki gerekçesi dini, kültürel, ırki ve mezhebi ayrımcılığa dayanan yığınlarca savaş ve gerginliğe de sahne olmuştur; ancak bu çoğu zaman bilinçli bir gerekçe olmaktan ziyade, toplumların aidiyet hissini sömürerek kalabalıkları harekete geçirmek için kullanılan bir malzeme olmaktan öteye gitmemiştir. Toplumsal histerinin, bir anda tüm mantığı ve aydınlığı nasıl yıkabildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Böyle zamanlarda en bilinçli, en toleranslı, en diyaloga hazır olanlarımız bile düşmanlığa şartlanabilir. Cehalet düşmanlığı besler ama, toplumsal cinnet de aydınlık dinlemez.

Bugün ülkemizde diyalogu şova dönüştürerek objektiflere renkli pozlar verenler, bir dünya savaşı hayaletiyle büyüttükleri medeniyetler çatışmasını böyle mi aşacaklarını sanıyorlar?

Oysa medeniyetler çatışmasını her an hepimiz yaşıyoruz zaten. Kaynağını din, mezhep, fikir ve kültürden alan her farklılık, eğer toplum içinde kendini bir şekilde empoze ediyorsa, bu çatışma kaçınılmazdır. Bu çatışma çoğu zaman, gündelik hayatın belli noktalarında, özellikle de bireysel karar alanlarında belirir. Bu çatışma alanlarının top yekun bir savaş halini alması, ancak art niyetli ve bilinçli bir siyasi politikanın sonucunda gerçekleşir. Bunun en bariz örneğini 28 Şubat''ta yaşadık hepimiz.

Diyalog girişimleri, böyle bir bilinçli ve art niyetli bir politikanın işini zorlaştıracaktır şüphesiz. Ancak tarihi temelini yanlış oturtarak perspektifi kaymış bir hedef çizen ve halkın zaten içinde bulunduğu tabii iletişim ortamını görmezden gelen bir yaklaşım, kuru tantanadan öteye geçemez.

Entellerin diyalogu, iki günden sağır dilsiz monoloğuna dönüşmesin de.

24 yıl önce
Diyalog kuramadıklarımızdan mısınız?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi