|
Gabriel García Márquez’in karanlık yüzü

Gabriel García Márquez, ya da Kolombiyalıların ve hatta tüm Latin Amerikalıların söylediği şekliyle, kısaca Gabo…

Kolombiya Devlet Başkanı Juán Manuel Santos’la birlikte, Kolombiya’nın Nobel ödüllü iki isminden biri… Dünya edebiyatının önde gelenlerinden, büyülü gerçekçilik akımının en popüler isimlerinden, yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından… Kimilerince, Cervantes’ten sonra İspanyolca edebiyatın en büyük yazarı…

Kolombiya yakın zamanda yeni paralar bastı ve 50 bin pesonun üzerinde onun resmi yer aldı. Duvarları da süslüyor resimleri. Başkent Bogata’da adına açılmış bir kültür merkezi de var.

HEM CASTRO’NUN HEM CLİNTON’IN ARKADAŞI

2014 yılında, 87 yaşında öldüğünde, dünyanın önde gelen isimleri onun hakkında övgü dolu açıklamalar yayınladılar. O sırada ABD Başkanı olan Obama, tüm eserlerini okuduğunu ve hayranı olduğunu belirttiği Márquez için “Dünya, en hayalperest yazarlarından birini kaybetti” dedi. Bill Clinton “Arkadaşı olmaktan, 20 yıldan uzun bir süredir o güzel yüreğini ve muhteşem zekâsını tanımaktan gurur duyuyorum” dedi.

Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto “Çağımızın en büyük yazarlarından birini kaybetmenin derin acısı içindeyiz” açıklamasında bulundu.

Kolombiya Devlet Başkanı Santos ise Márquez’in en ünlü eserine atıfta bulunarak, “Tüm zamanların en büyük Kolombiyalısının ölümü yüzünden bin yıllık yalnızlık ve hüzün! Onun gibi bir dev asla ölmez” dedi ve Kolombiya’da üç günlük yas ilan etti. Yine bir başka Kolombiyalı, şarkıcı Shakira “Sevgili Gabo, sen bizler için eşi benzeri bulunmayacak bir armağandın, her zaman da öyle kalacaksın” dedi.

Evet, çok seviliyor ve büyük bir saygı duyuluyordu Márquez’e.

KOLOMBİYALILAR MÁRQUEZ’İ NEDEN SEVMİYORDU?

Ancak, Kolombiya’da bulunduğum süre içinde öğrendim ki, Kolombiyalılar, Nobel Edebiyat Ödülü alıncaya kadar Márquez’den hiç mi hiç hazzetmiyorlarmış. Bunun pek çok nedeni var.

İlk olarak, Márquez’in, her ne kadar romanlarında sıklıkla Kolombiya’yı anlatsa da, yaşamak için Meksika’yı tercih etmesi, işin aslı Kolombiya’dan kaçması…

Bilindiği üzere, Márquez bir solcuydu, Marksist’ti. Oysa, Kolombiya’nın siyasi geleneğinde, Latin Amerika genelinin aksine, sol hiçbir zaman iktidar olamadı. Dolasıyla, Márquez’in siyasi ideolojisi ve görüşleri de Kolombiya halkının geneli tarafından benimsenmedi. Márquez, aynı zamanda bir gazeteci olarak, Marksist hareketlerle de sıkı fıkıydı. Ayrılıkçı silahlı hareketlerle dirsek temasındaydı. Hatta, 1981’de Kolombiya hükümeti tarafından ayrılıkçı M-19 örgütünü desteklemekle suçlandı ve bunun üzerine Meksika’ya taşındı. Ve son nefesini Meksika’daki evinde verdi.

Sevilmemesinin ikinci nedeni Fidel Castro’nun yakın arkadaşı olmasıydı. Aslında arkadaş olmalarından çok, Márquez’in Küba devriminden sonra Castro tarafından Küba halkına yapılan insanlık dışı muamelelere bir kez olsun ses çıkarmamasıydı.

PERULU YAZARLA YUMRUK YUMRUĞA KAVGA

Márquez bu yüzden sadece Kolombiyalılar tarafından değil, dünya edebiyatının önde gelen isimlerince de sert eleştirilere uğradı.

Yakın arkadaşlarından Perulu ünlü yazar Mario Vargas Llosa, her ne kadar Márquez’in ölümünden sonra “Eserleri ile edebiyat dünyasına büyük bir zenginlik kattı. Márquez, çok büyük bir yazardı” demiş olsa da, 1976 yılında, görüşlerinden hiç hoşlanmadığı Márquez ile sokak ortasında kavga etmişti; bir internet arama motorunda sol gözü morarmış bir Márquez fotoğrafına rastlarsanız, bilin ki, o, Perulu ünlü yazar Vargas Llosa’nın eseridir.

Vargas Llosa yumruklarıyla değil, diliyle ve yazılarıyla da hırpalıyordu Márquez’i; onu Fidel Castro rejiminin saray soytarısı olmakla ve Küba’daki insan hakları ihlalleri ve istismarlarını meşrulaştırmakla suçluyordu.

“Márquez Fidel Castro’nun saray soytarısıdır ve onun kurduğu diktatörlüğe entelektüel camiada bahaneler üreten destekçisidir. Márquez, bazı siyasi tutukluların gizlice serbest bırakıldığını söyleyerek, Küba diktatörlüğünün işlediği bütün insan hakları ihlallerini, suiistimallerini şimdiye kadar çok iyi bir şekilde meşrulaştırdı.”

Márquez, Vargas Llosa ve Susan Sontag gibi kendisini Küba’daki infazlar hakkında sessiz kalmakla suçlayanlara cevaben, sebebi, durumu ve yeri neresi olursa olsun, ölüm cezasını kınadığını; on yıllar boyunca birçok muhalifi, mahkûmu hapisten kurtardığını, Küba’dan göç etmelerine yardım ettiğini, bu insanların sayılarını tek başına hesaplayamayacağını belirtmişti. Márquez o kişilerin çoğunun bunu bilmediğini, bilenlerin kendi vicdanını teskin ettiğini de sözlerine eklemişti.

KÜBA’YA MÜDAHALEYİ ENGELLEMEK İSTEDİ

Ancak Márquez’in bu açıklamaları muarızlarını tatmin etmedi. Vargas Llosa’ya göre, Fidel Castro’nun zaman zaman bazı siyasi tutukluları arkadaşlarına ve destekçilerine hediye etmesi bir sır değildi ve Márquez’in açıklamaları vicdanları rahatlatmak için yapılmış iğrenç bir kinizmdi.

Vargas Llosa’ya göre Márquez’in açıklamaları Castrocu rejimin baskılarını, zorbalıklarını, suiistimallerini haklı çıkarmak için ortaya atılmış ve Fidel Castro’dan esinlenilmiş berbat bir demagojiydi ve Küba’ya yapılacak müdahalelere engel olmayı amaçlıyordu.

Márquez, çok sayıda ülkeden 164 entelektüel ve sanatçının katılımıyla okunan bir mektupta, Castrocu rejimin eleştirilmesini de kınamış ve Küba’yı hedef alan bu suçlamanın işgal için bir bahane olabileceğini vurgulamıştı.

TERÖR YALTAKÇILIĞINDAN BARIŞ ADAMINA

Fakat bütün bu suçlamalar zaman içinde eriyip gitti, Márquez, saygınlığından zerre miskal kaybetmedi ve hem Küba, hem de Kolombiya’daki politikaların değişmesinin de etkisiyle saygınlığını daha da pekiştirdi.

1981’de, Nobel ödülü almadan hemen önce, Kolombiya hükümeti tarafından ayrılıkçı hareketleri desteklemekle suçlanan Márquez daha sonra büyükelçilik ve devlet başkanlığı adaylığı gibi teklifler aldı, fakat geri çevirdi. Ancak Kolombiya hükümeti ile ülkenin en büyük gerilla hareketi Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) arasında görüşmeler yapılmasına yardımcı oldu. Hatta Castro ile Clinton arasındaki görüşmelere aracılık etti ve Küba ile ABD arasındaki ilişkilerin yumuşamasında önemli rol üstlendi.

Böylece, “teröre destek veren” Márquez imajı gitti, yerine “barış adamı” Márquez imajı geldi.

ESCOBAR’IN UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞINA ARACILIK ETTİ Mİ?

Ne var ki, hakkındaki tartışmalar bitmek bilmedi. 2015 yılında, Kolombiya’nın ve dünyanın en ünlü uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar’ın, “Popeye” (evet, Temel Reis çizgi filmindeki karakterin orijinal adı gibi) lakaplı eski tetikçilerinden biri, bir televizyon röportajında ilginç bir iddiada bulundu.

Buna göre, Márquez, Escobar ile Castro kardeşler (Raul ve Fidel) arasında önemli bir bağlantıydı. Popeye’nin aktardığına göre, Pablo Escobar elindeki uyuşturucuyu önce Meksika’ya, oradan Küba’ya, oradan da Miami’ye gönderiyordu. Escobar, vatandaşı Márquez’e bir mektup vermiş ve bu mektubu Fidel Castro’nun kardeşi (şimdiki Küba devlet başkanı) Raul Castro’ya iletmesini söylemişti. Popeye’ye göre, Márquez ile gönderdiği mektup aracılığıyla, "Pablo Escobar, uyuşturucuyu Meksika'dan Havana'ya ve o denizaltıyla birlikte Miami'ye taşımak için Fidel'den bir Rus denizaltısı istedi."

Popeye yine aynı röportajda "Raul Castro, Pablo Escobar'dan kokain aldı ve Fidel bunun farkındaydı” dedi. Bu, Escobar’ın talebinin gerçekleştiğine dair ipucu sayılırdı.

Anlaşılan o ki, Márquez sadece bir yazar değildi, o, devrimlerden darbelere, ayrılıkçı hareketlerden uyuşturucu kaçakçılığına kadar, son dönem Latin Amerika tarihinin bizzat kendisiydi. O, Latin Amerika’nın yüzyıllık yalnızlığıydı.

#Gabriel García Márquez
#Latin Amerika
7 yıl önce
Gabriel García Márquez’in karanlık yüzü
Tam bir operasyon olarak Karabük Üniversitesi yalanları
Çalışanları arasında By-Lock kullanıcısı var mı?
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru