|
Karasal düşünme / Denizaşırı düşünme

Bundan yirmi yıl önce, ki o zaman yirmili yaşlarımın başındaydım, kendi kendime, neden partilerimizin Avrupa, Ortadoğu politikası olur da, Latin Amerika politikaları olmaz diye sorardım.

Latin Amerika’da bulunduğumdan bu yana daha açık bir şekilde fark ettiğim bir şey var; Türkiye ve Türkler dünyayı karasal olarak algılıyor.

Bu geçmişte de böyleydi… Sözgelimi, Osmanlı İmparatorluğu karasal ilerlemiştir, fetihlerini karasal bağı olan coğrafyalar üzerinde gerçekleştirmiştir. Afrika’daki fetihler de aslında denizaşırı değil, karasal bağımız olduğu için gerçekleşmiştir. Ayrıca, Afrika zaten Osmanlıdan çok daha önce İslamlaşmış topraklardı.

İspanya, Portekiz, Hollanda, İngiltere gibi ya bir yüzü ya da tamamı okyanuslara dönük olan diğer imparatorluklar veya krallıklar, 15’inci yüzyıldan itibaren denizaşırı/okyanusaşırı fetihlerde büyük başarı sağlamışken, Osmanlı İmparatorluğu o dönemde dahi denizaşırı/okyanusaşırı girişimlerde başarısız olmuş, ağırlıklı karasal ilerlemeye sabitlemiştir kendisini. (Bu paragraftan Osmanlıda denizciliğin olmadığı sonucu çıkmasın, denizciliğin olması ayrı bir şey, denizaşırı/okyanusaşırı düşünmek ayrı bir şey.)

Bugünün Türkiye’sine bakın, değişen fazla bir şey olmadığını görürsünüz… Entelektüel, akademi, sanat, edebiyat, siyaset ve ekonomi çevrelerimiz de dünyayı karasal olarak algılıyor, mezkur çevrelerin yönelimleri buna göre belirleniyor, ilgi alanlarını bu bilinç/altı oluşturuyor, planlamaları buna göre yapılıyor.

Siyasetimizin merkezinde Avrupa Birliği’nin olması, bana öyle geliyor ki, denizaşırı düşünmemizin, düşünemememizin bir sonucu. Çoğu kez, kendi kendime, yahu bırak Avrupa Birliği’ne girme hevesini, dünyaya gir! Dünya AB’den büyüktür, diyorum.

Ancak, Ziya Gökalp’ten bu yana, zihinler kilitlenmiş bir şekilde, tek bir medeniyet vardır, o da batı medeniyetidir, inancı hâkim.

Ortalama bir siyasetçi, gazeteci, akademisyen veya entelektüelimizin zihninde yatan şey de aslında şudur: Sorunlarımızın kaynağı Ortadoğu, sorunlarımızın çözümü ise Avrupa’dadır. Bazıları için de bunun tam tersi olsa da, çoğunluk için öyle…

Bu yüzden sürekli “batıya açık olmak” diye bir şey var… Kültürel olarak batıya açık olmak, siyaset olarak batıya açık olmak, edebiyat dünyasında batıya açık olmak… Bu bir ezber, bozamadığımız, bozulmayan; bozmaya dönük girişimler de küçümseniyor veya ciddiye alınmıyor.

Belki de bu yüzden, esasında, sadece Avrupa Birliği ve Ortadoğu politikalarımız var. Hatta Ortadoğu yakın zamana kadar sırtımızı döndüğümüz bir coğrafyaydı, son 20 yılda açıldık sayılır. Ekonomimiz büyük oranda Almanya, Rusya ve kısmen de Ortadoğu’ya bağımlı. Entelektüellerimiz, akademisyenlerimiz büyük oranda Avrupa’dan besleniyor, sosyal, teknik ve tıp bilimlerinde Avrupalıların bilimsel üretimlerini takip ediyorlar. Gazetecilerimiz aynı şekilde; dünyayı Avrupalı medya organlarının penceresinden izliyorlar, onların argümanlarını, makalelerini, manşetlerini geçer akçe kabul ediyorlar.

Buna rağmen, dünyayı karasal algılamamıza rağmen ciddi eksiklerimiz var; Suriye krizi patlak verdiğinde, komşumuzla ilgili tek tük Suriye uzmanı olduğunu gördük, Rusya krizi olduğunda, hakeza, aynı…

Çin, Hindistan, Kuzey Kore gibi Uzak Asya’daki ülkeler bizim oldukça uzak zaten, o ülkelere ilişkin uzman yok denecek kadar az…

Oysa dünyanın büyük güçleri olarak kabul edilen ülkelere bakın, göreceksiniz ki, o ülkeler dünyayı salt karasal olarak algılamak veya ele almak yerine, yüzyıllardan bu yana denizaşırı atılımlar yapıyorlar.

İngiltere’yi küresel güç kılan şey sanayi devriminin öncüsü olduğu kadar denizaşırı atılımlar gerçekleştirmiş olmasıdır. İspanya hâlâ İspanyol Altın Çağı denilen dönemdeki denizaşırı atılımlarının semereleriyle besleniyor. Portekiz aynı şekilde…

Bir ada devleti olan Japonya’nın ekonomisinin dünya üzerindeki etkisi de okyanusaşırı düşünmenin sonucudur.

ABD’yi büyük güç kılan şey de bu bakış açısı… Dünyayı salt kendi bulunduğu kıtadan ibaret görmeyip, denizaşırı atılımlar gerçekleştirmiş olması…

Türkiye, “karasal düşünme” anlayışını değiştirmediği müddetçe bölgesel güç olma yolunda kazanımlar elde etse de, küresel güç olmayı başaramaz.

Öyleyse, ne yapmalı? Bu kafayı, bu düşünme biçimini değiştirmeli…

Nasıl yapmalı? Öncelikle, bu gerçeğin farkına varmalı ve İngilizce, Fransızca, Almanca kartelini kırmalı… Okullarda, en azından yükseköğretimde yeni dillere ağırlık kazandırmalı…

Hangi dil mesela? İspanyolca.

Neden? Onu da gelecek haftaki yazımda açıklayayım.

#Ortadoğu
#Avrupa
٪d سنوات قبل
Karasal düşünme / Denizaşırı düşünme
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’