|
Bu araştırmayı herkes okusun, sonra tartışalım

Bu ülkede, kız çocuklarının özellikle Güneydoğu''da eğitime katılma sorunu var, biliyoruz. Çünkü, bu konuda araştırmalar yapılıyor, bilimsel veriler üretiliyor. Ülkenin çeşitli şehirleri arasında kalkınmışlık farkı var biliyoruz, çünkü araştırmalar bunu söylüyor. Eğitimde nitelik sorunu var belli, çünkü araştırmalar bunu ortaya koyuyor. Sağlıkta, ulaşımda, üniversitelerde çözüm bekleyen problemler var çünkü bu problemleri tanımlayan sayısız araştırma yayınlanıyor.

Bir sorunu tanımlamak ve problemi aşmak için bilgi, araştırma ve sağlam veriler gereklidir. Bir sorundan bahsediliyorsa, bir korku üzerinden siyaset üretiliyorsa, bir endişe kırılma noktası haline getiriliyorsa, bunun kaynağını anlatmak, insanları ikna etmek lazımdır.

Boğaziçi Üniversite''sinden Prof. Dr. Binnaz Toprak ile Sabancı Üniversitesi''nden Doç. Dr. Ali Çarkoğlu''nun TESEV için yaptığı ve dün açıklanan “Değişen Türkiye''de Din, Toplum, Siyaset Araştırması” bu bilgi ihtiyacını giderme yolunda ciddi bir kaynaktır. Aynı ekip, 1999 yılında da benzer bir araştırma hazırlamıştı. Onyıllardır konuşulan ama hakkında kimsenin “bilgi” sahibi olmadığı irtica, dindarlık, şeriat gibi kavramlara ışık tutan o araştırma da gerçeği görmek isteyenlerin yargıları üzerinde sarsıcı bir etki yapmıştı.

Şimdi, biraz o araştırmayla kıyaslamalı ama daha çok 2006 Türkiye''sinin gerçeklerini temel alan yeni bir çalışma hazırladılar. Ayrıntılarını Yeni Şafak''ta okuyacaksınız.

Bana göre özeti şu;

Türkiye''de bir irtica tehlikesi yoktur ama laiklik konusunda hassasiyetleri olanlar da sanıldığı kadar küçük bir grup değildir. Laikliğe karşı bir tehlike durumu sözkonusu değildir ve ordunun işleyişe karışmasına da gerek yoktur. Din, Türkiye toplumumun çok büyük bir bölümü için önemlidir ve gündelik hayattan siyasi tercihlerin belirlenmesine kadar her alanda en önemli faktördür. İnsanlara “İslamcı ve laik eksenlerden hangisine ait oldukları” sorulduğunda yüzde 48.5''i kendisini “İslamcı”, yüzde 20''ü ise “laik” kategoriye sokuyor. Ama asıl anahtar soru olan “dindarlığınızı nasıl tanımlarsınız”a sadece yüzde 3.6''sı “pek dindar değilim veya hiç dindar değilim” cevabı veriyor. Yüzde 33.9 “dindar”, yüzde 48.5 “oldukça dindar”, yüzde 12.8 ise “çok dindar” tanımını yapıyor. Yani, Türkiye toplumu ister laik hassasiyeti olsun, ister kendini başka kimliklerle tanımlasın çok çok büyük ölçüde dindarlık kimliğini öne çıkartıyor. Zaten, yüzde 44.6 kendi kimliğini öncelikle olarak “Müslüman” olarak açıklıyor. Buna karşılık “şeriat devleti isteyenler”in oranı da sadece yüzde 9''da kalıyor. Bu kadar açık.

İnsanların yüzde 61.3''ü köktendincilik gibii bir tehlikenin varlığına inanmıyor. Ama bu endişeyi taşıyan yüzde 32.6''lık kesimin kaygılarının da dikkate alınması gerekiyor. Bununla birlikte, laikliğin tehdit altında olduğuna inananların oranı sadece yüzde 22.1, aksini düşünenler ise yüzde 73.1''lerde seyrediyor.

Bu oranlar, “lakilik elden gidiyor” siyaseti yapan politikacı, asker-sivil bürokrat sınıfının toplumda neden karşılık bulamadığını gösteriyor. Aynı şekilde insanlar ordunun desteği olmadan da laikliğin ayakta tutulacağına inanıyorlar.

Dindarlıktaki artışa rağmen kadınlardaki örtünmeyenlerin oranı 1999''da yüzde 27.3 iken bugün yüzde 36.5''e yükselmiş bulunuyor. Türkiye''deki bütün kadınların yüzde 60''dan fazlası başörtüsü, eşarp, türban veya çarşafla örtünmektedir. Bu, bir ülke gerçeğidir. Düşüşü anlamak da zor değildir zira; başörtüsüyle eğitim ve çalışma imkanları daraltıldığı için, doğal olarak küçük oranda da olsa bir kesim okuyabilmek ve çalışabilmek için başını açmaktadır. Ama aynı kesim kendisini yine dindar ve Müslüman olarak tanımlamaktadır. Öte yandan, toplumun yüzde 70''lerden fazlası kadınların başörtülü olarak öğretmen veya hakim olmalarında sakınca görmemektedir.

TESEV araştırmasını öncelikle “laiklik” konusunda kaygısı olanlar, toplumun dini hassasiyetlerinin zayıf olduğunu düşünenler ve irtica endişesiyle siyaset tasarlayanlar okumalıdır. Hepsi okumalı, beğenmiyorlarsa yeni bir araştırma yaptırmalıdırlar. Ama her durumda, konuşurken ve bir yargı ileri sürerken mutlaka ortaya bilimsel veriler koymalıdırlar.

Bu yapılmayacaksa ne tartışmanın manası vardır, ne de konuşanların samimiyeti...

٪d سنوات قبل
Bu araştırmayı herkes okusun, sonra tartışalım
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler