|
Niye bu zamanlamaya şaşırmıyoruz!

Artık buna alıştığımızı kabul etmek zorundayız; Türkiye''nin herhangi bir bölgesinde özellikle de Güneydoğu''da silahlar ve bombalar patlayabilir. Önceki gece olduğu gibi Diyarbakır''da da bomba patlayabilir.

Zira iyi biliyoruz ki bu ülkede terör, patlama, saldırı, cinayet tertipleyecek birçok örgüt ve odak var. Böyle olduğu için de yıllar boyunca o bölgede birçok eylem faili meçhul kaldı, birçoğunun sebep-sonuç ilişkisi hala anlaşılamadı.

O sisli hava bugün yeniden üzerimize çöküyor

Terör ne kadar bildik, ne kadar acımasız olursa olsun bazı işaretleri görmezden gelemeyiz. Bazı görüntülerin perde arkasını sorgulamayı ihmal edemeyiz. Özetle, hem terörle, hem de Kürt sorunuyla yüzleşmekten kaçınamayız. Sadece teröre değil, sorunun gelişim biçimine de “artık yeter” demek noktasındayız.

PKK''nın bölgedeki sempatizan tabanıyla yakınlığı olan DTP''nin örgüte “tek taraflı şartsız ateşkes çağrısı”nı yaptığı günün ertesinde, aydınların bir kez daha ve büyük ihtimalle son kez yine o çağrıyı tekrarladıkları günün akşamında ve Türkiye ile ABD arasında yıllardır konuşulan “ortak mücadele konsepti”nin nihayet hayata geçirilme kararının arefesinde yapılan bir saldırıyı, “bir eylem daha” deyip geçiştiremeyiz.

Üstelik bu, şimdiye kadar o mahallede benzeri hiç gerçekleşmemiş bir eylem ise...

Diyarbakır bu dramatik hatırayı atlatacaktır. Çünkü orada, Efgan Ala gibi ülke standartları üzerinde bir vali bulunuyor ve şehir ona güveniyor. Öte yandan, Belediye Başkanı Osman Baydemir''in “Bu olay bir provokasyondur. Bizleri 1993, 1994 yıllarına götürmek istiyorlar. Sağduyulu olmaktan başka çare yok” şeklindeki akıllıca ve gerçekten soğukkanlı sözleri bu duyguyu fazlasıyla veriyor.

Diyarbakır''da yaşananlar önce “terör” ama daha çok “provokasyon”dur. Adresi ve zamanı belli hassas bir provokasyon... Çok şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyeceğiz çünkü, ne zaman çözüm için güçlü bir girişim ortaya çıkacak olsa, ne zaman “önşart” olmaksızın etkili bir çağrı yükselse aynı şiddette bir provokasyon da ortaya çıkıyor.

Provokasyonun amacının, “Kürt sorununu yönetilemez hale getirmek” olduğu da apaçıktır.

Evet, Türkiye Öcalan''ın tesllim edilişinden sonraki yılları çok iyi yönetemedi, gerekenleri yapmakta yetersiz kaldı ve “teslimat”ı bir sonuç olarak algılamayı tercih etti. Ancak, yine de o günden buyana hem Ankara''nın bölgeyle ilişkileri, hem de doğal olarak Kürtler''in de yararlandığı demokratikleşme ortamı bir kazanım dönemiydi. “Terörlü yıllar”la bu dönem arasında belirgin ve pozitif bir fark bulunuyordu. Yani, eskiyle kıyaslandığında “terör için bahane”nin azaldığı ortadaydı. Hatta, Kürt eliti içinden de “PKK kültürel haklar için silahlı eylem mi yapacak!” sesleri yükselmeye başlamıştı. Yani sorun hiç olmazsa yönetilebilir ve birlikte yaşanabilir düzeye indirgenebilmişti.

Bu hava bir süredir dağılmış durumdadır. Kalın sis perdesi sayesinde, bazen tetiklerin hangi parmaklar tarafından çekildiğinin bilinememesi, sorundan fayda üreten bütün taraflara bulunmaz bir imkan sundu. Dolayısıyla, problem büyüye büyüye Kürt sorunu kontrol edilebilirlik sınırının uç noktasına kadar yaklaştı.

Neyse ki çoğunluk artık hamaseti bırakıp sorunla yüzleşmeye doğru yöneliyor. Bütün bu acı tecrübeler Türk toplumuna yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Roller belli, yöntem belli, “gizli amaç” besbellidir.

Diyarbakır saldırısının tıpkı Danıştay cinayeti gibi ters tepmesi; planlanan provokasyonun tahakkuk etmemesi için bir umuttur.

18 yıl önce
Niye bu zamanlamaya şaşırmıyoruz!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’