|
Cemaatta rahmet ayrılıkta azap

Geçen haftaki yazımızı “ben”i değil “biz”i esas almamız lazımdır diye bitirmiştik.

“Biz”den kasıt “cemaat”tır. Cemaat nasıl oluşur? Elmalılı Hamdi Yazır “Fatiha” tefsirinde “İyyake na’büdü ve iyyake nesteiyn”i açıklarken “biz” için şöyle söylüyor: “Cenab-ı Hak kişiden yalnız kişisel vicdanı ile bir antlaşma yapmak istemiyor; onun “sosyal vicdanı” ile de anlaşmak istiyor.” Bu “kardeşlik hukuku”dur. Cemaat kuru kalabalık olamaz.



Müminlerin kardeş olduğu dile getirilirken (Hucurat), tevhid inancı ve din ilkeleri hususunda ayrılığa düşülmemesi, siyasi birliğin ve barışın korunması istenir (Enfal). Hz. Peygamber din kardeşliğini imanın gereği saymıştır: “Sizler iman etmedikçe cennet giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız.”

Dolayısıyla bu birlik ve kardeşlik bir “sosyal ruh” doğurur.

Namaz kılan ve Fatiha okuyan her kişi vicdanında hissettiği kardeşlerini de temsil etmiş bulunacaktır. Bu kardeşlik insanı koruyan ve amellerini yazan hafaza meleklerinden başlayıp hazır olan ve olacağı düşünülebilen insan topluluklarına kadar gider.

“Her kişi, Fâtiha ile bu anlaşmayı yapar ve sağlamlaştırırken, bir insan topluluğunun imamı derecesindedir. Ve bu mâna dolayısı ile Hanefi mezhebinde imamın arkasında namaz kılan cemaat ne Fâtiha, ne başka hiçbir şeyi okumaz da hepsinin hesabına yalnızca imam okur. Çünkü Kur’ân okumak Allah Teâlâ ile konuşmak anlamındadır. Yalnız başına namaz kılan kişi ise henüz gerçekte oluşmamış, fakat düşünce halindeki bir cemaatin imamı yerinde olduğundan mutlaka Fâtiha ve sûreleri okur. Ve bu gibi kişiler çoğalıp tanıştıkça gerçekten cemaat de kendiliğinden ve kolayca oluşur, hemen içlerinden birini imam tanıyarak ona uyarlar ve sosyal güçleri de imamları ile orantılı olur.

“Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz” demek hem Allah’ı bir kabul etmeye hem de kulluğu birleştirmeye delalet eder. Hamdi Efendi’nin sözleri şöyle devam ediyor: “Kur’an dilinde bu gibi sosyal hitap ve taahhütlerin iki mânası vardır. Birisi toplumu kişiye, kişiyi topluma katarak her kişiye eşit olarak hak ve görev dağıtmaktır ki, bunda kişisel değerler hiçe sayılmaksızın onların toplamından bir cemaat vücut bulur. Buna bütünü kapsama veya üyelerin bütünü denir ki “farz-ı ayn” ifade eder. Diğerine umumi düzenle ilgili (toplumsal) denir ki “farz-ı kifaye” ifade eder.

Böylece İslâm hem ferdin hem toplumun vicdanını bir noktada toplar (Tevhid).

Bunlar karşılıklı olarak birbirinin kefilidir.”

Geldik geldik “en mühim nokta”ya dayandık. Nedir o, diye heyecan yapmayın. Baştan beri söylüyorum, okuyanların “Ne var bunda, bunları zaten biliyoruz” dediklerini duyar gibi oluyorum.

Ama kimsenin kılı kıpırdamıyor. Dünyaya söyleyecek bir sözünüz var mı, diye sorulduğunda “hık-mık” ediyoruz. Neyse ki Cumhurbaşkanı BM’de “Dünya beşten büyüktür” dedi ve ilave etti. “Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının gelirine 62 kişi el koyuyor”.

Elbette ki dünyaya söyleyecek sözümüz vardır. Amentü’ye inanan her fert doğru yolun “Ahlâk Nizamı” olduğunu bilir. Ancak bir muhasebeye ihtiyacımız var. Önce “nerede yanlış yaptık” onu bulalım.

Bakınız “zaten biliyoruz” dediğiniz hususları tekrarlıyorum.

“Bir karış da olsa cemaattan ayrılan kişi İslâm bağını boynundan çözmüş olur” (Tirmizi), “Cemaatta rahmet tefrikada azap vardır” (Müsned). Birlik-beraberlik-tefrika-imamet-hilafet-içtihad vb. var. Tarihi birikim var. Bu birikimden yeter derecede haberdar olup-olmamak var.

Üniversiteler açılıyor, doktoralar yapılıyor. Yüzlerce dernek, vakıf, uluslararası kuruluş, profesörler, uzmanlar, hoca efendiler, şeyhler, kitaplar, kütüphaneler var.

En mühimi bunların özgürce çalışacakları, eser verecekleri, imal-i fikir edecekleri bir iklim (ülkemizde) ve imkânlar dizisi var. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizin sevilen-sayılan bir lideri, şunca yıllık iktidarda olan bir partisi var.

Sadede gelelim.

Yukarıda bahis mevzuu edilen türde bir cemaat var mı?

Öylesi bulunmuyor, ama pek çok cemaat var. Olsun, onlar da bizim birer kardeşimiz. Haydi şöyle bir çağrı yapalım.

Gün geçmiyor ki yukarıda sayılan kuruluşlar tarafından uluslararası ilişkiler, hukuk, iktisat, siyaset, sanat vb. gibi alanlarda bir kongre, sempozyum vb. yapılmasın.

Hocalar, kanaat önderleri, ilim adamları, siyasiler, uzmanlar, şeyhler bu toplantılara katılsınlar. Çağrı bu.

Gelenler elbette ki toplumun seçkinleridir. Seçkinliğin gereği olarak akl-ı selim sahibidirler. Tefrikaya, fitneye sebep olmazlar. Lakin toplantının sebeb-i hikmeti nedir?

Şudur: Müşterek yolumuzun Ehl-i Sünnet olduğunu kabul edelim. Bu kabul ile dünyaya söyleyecek bir sözümüz (tezimiz) olduğunu ilan edelim. Heyet günümüz dünya ve ülkemiz şartlarında bizim olan hayat tarzının ilkelerini tesbit etsin. (Hududullah çerçevesinde olacağı malumdur). Şunca yıldır çözülemeyip halının altına süprülen meseleleri, kutuplaşmaları, düşmanlıkları tüm tarafların gönül rızası ile imzalayacakları 50-100 madde ile ifade eden bir metin oluşturup milletin önüne çıkalım.

Umutsuz, kötümserler dudak büküyor: “Çok toplandık efendim, çok. Her toplantı çözüm bir yana bir yeni tefrika doğurdu. Vazgeçin.” Geçemeyiz arkadaş. Dağ ne kadar yüce olsa da bir kenarı yol olur. (Devam edeceğiz)

#Cemaat
#Toplum
#Vicdan
#Rahmet
#Ehl-i Sünnet
5 yıl önce
Cemaatta rahmet ayrılıkta azap
Ali Cengiz oyunu ya da bir ipte iki cambaz
Memurun derece yükselmesinin maaşına etkisi
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm