|
Haddini bilmek kendine gelmek

Cenab-ı Hakk’ın varlığını, ahireti, hesap gününü inkâr eden; kendini “hür” kabul edip “dünya benim” diyen, ilahî ahlâkın dışına çıkıp “Her şeyin ölçüsü insandır” (Protagoras) noktasına varan düşüncenin kibri sonucu insanoğlu “ben” demeye başladı. Ben ve öteki. Oysa bizim inancımıza göre “ben” demek terk-i edebdir. Ben dersen öteki vücut bulur.



“Ben” diyen vicdanının sesine kulak tıkamıştır, “menfaat ahlâkı”na uymuş ve “bencil” olmuştur. “Ben” İngilizcede “I” ile büyük harf olarak yazılır. (Bizde “ben” değil “biz” esastır demiştik
. Bk. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Fatiha bahsi).
Benmerkezci-Sömürgeciliğin ideolojisi Kapitalizm’i kuran “birey” işte bu tanrıtanımaz “ben”dir.
Anasır-ı erbaa başta olmak üzere her şeye hakim ve sahip olma iddiasıyla “hudut” tanımayan bir yağmacılığı sürdürür.
Onun artık haddini bilip
(Yazı dizisinin başında Hududullah’ın ne olduğunu anlatmıştık)
kendine gelmesi muhaldir.

Sular kirlenir, toprak atılan zehirli gübrelerle zehirlenir, hava fabrika bacalarından salınan gazlarla solunamaz hâle gelir, ozon tabakası delinir, gıda-silah-kimya vb. endüstrisi uğruna dünyanın çivisi çıkarılır, okyanuslar altında çöp dağları oluşur, çeşitli kıyamet senaryoları yazılır. Gelir dağılımı zulme varmıştır (ileride bahsedeceğim) ve dökülen kanın haddi-hesabı yoktur.

Bütün bu gelişmeler “Çağdaş Küresel Medeniyet”in merkezi Batı’da vücut buldu. Sermaye, servet, zenginlik dünyanın başka coğrafyalarında yok muydu? Vardı. Ama ne?
Bakalım neymiş:

Sahip olunan herhangi bir varlığın (para, mülk vs.) servet mi yoksa sermaye mi olduğu, kullanım maksadına bağlıdır (Ameller niyete göre). Evimi, tarlamı ihtiyaç için kullanıyorsam, servetimdir. Evimin bir odasını “home ofis” hâline getirmişsem, servetimi sermayeye dönüştürmüşümdür. Aile geçimi için ekip biçtiğim tarla servet; pazarda satıp daha fazla kazanmak için ekip biçtiğim tarla ise sermayedir.

Sermayesini kazanç için sürekli biriktiren ve arttıran, bunu bir “güç temerküzü” kılan bu yolda hiçbir ahlâkî hudut tanımayan kişi kapitalisttir.
Şehirlileşmiş her toplumda kapital ve kapitalist
bulunur. Ama her toplum sistemi kapitalizme dönüşmez. Siyasî merkez (konsantre politik/askerî güç), vergi topladığı ahalinin iaşesini temel gaye edinip, sermaye biriktiricileri zapt ü rapt altında tutmaya çalışıyorsa, kapitalizm ortaya çıkmaz. Meselâ Osmanlı Devleti temelde “fukaraperver” idi, kapital biriktirme peşinde koşanların değil, ahalinin safındaydı. Faize bankaya ve aşırı sermaye temerküzüne cevaz vermiyordu.
On yedinci yüzyıldan başlayarak Batı Avrupa’da devlet, kendi kaderini sermaye biriktirici zümrelerin kaderiyle bütünleştirdi. Braudel’in tabiriyle, konsantre sermaye gücü ile konsantre devlet gücü, halk aleyhine işbirliği yaptılar. İşte kapitalizm böyle bir “suç ortaklığı” sayesinde vücut buldu.

Bu gelişmeyi yukarıda izah ettiğimiz “birey” sağladı. “Hududullah”ı çiğneyen teknolojiyi yedeğine alıp dinin yerine “bilim”i geçirerek sömürgeciliğe (Emperyalizm) ulaştı.

Maddi gücü ile dünyanın hammadde kaynaklarına el koydu. İnsanları köle yaptı (İnsan Kaynakları) teknolojinin vücut verdiği “fabrika” endüstriyel üretim ile (sanayi) akıl-almaz çoklukla üretim yaptı.

Eldeki malı satmak (tüketmek) için bir “bilim dalı” oluşturdu. Satış-reklam-pazarlama uzmanlık alanı, hatta “toplum mühendisliği” hâline geldi. Her tür malın satışı için uluslararası ilişkiler, iletişim teknolojileri, sanat ve politika kullanılır oldu.

Üretim-tüketim zinciri kopmaz-kırılmaz bir “fasit daire”dir.
İnsanlık fabrika ayarlarına tâbi olup Allah’ın kulu olmaktan çıkıp “tüketici” yapılmıştır.
Tasalanmayın “Görünmeyen el” her derde deva bulur. Nitekim “Tüketici hakları” da ihdas edilmiştir.
“Kurucu babalar” yaman adamlar. Geleneği yendiler ama onu tamamen yok etmediler.
Turistik veya zararsız hâle getirdiler. Sosyoloji-Psikoloji-Antropoloji-Filoloji daha bilmem ne onunla uğraştı. Kavramlar “seculer” hâle getirildi, gelenek aslî mânasını kaybetti, itibarsız-görünmez oldu. İktidara gelmesinde sakınca yok; yeter ki muktedir olmasın.
Geleneğin dahi unsurları, rengi-kokusu, sembolleri üretim-tüketim zincirine sokulabilir.
Nasılsa “her şey satılık”tır. CHE tişörtleri yanında Mevlâna anahtarlıkları.

Sermayenin gözdesi “buluş-icat”tır. (Ne kadar Ar-Ge o kadar kazanç). Yeni teknoloji eskisini rafa kaldırır. Hız ile hazza ayarlı sonsuz koşunun nükleer santralidir.

Bilimsel yönetim, verimlilik, ölçülebilirlik, nesnellik, bilimin şaşmaz hükmü hukukta, orduda, evde, okulda, fabrikada, hayatın her noktasında nöbet tutar. “Hayat tarzı” belirlenmiştir.
Aynı otomobillere biner bazen model değiştiririz; hepimiz takım elbise giyer kravat takarız, benzer ofislerde çalışırız, aynı müziği dinler aynı filimleri seyrederiz. Cep telefonu elimiz-kolumuz-aklımız-hafızamız-dilimiz her şeyimizdir.
İlerleme, zengin olma, kalkınma-gelişme, refah konfor; bütün bunları kim istemez?
Bu yüzden herkes Silikon Vadisi’ne odaklanmıştır.
Herkes yarışa 100 veya 500 metre geriden de olsa katılmıştır. Koşacaksın. Yarışta tökezleyen atları vururlar. Bu acımasız koşu iki korku sebebiyledir.
1. Aç kalırız.
2. Bizi esir alırlar.

Korkular yersiz mi dersiniz? Nefsimize uymuşuz, hesap gününü unutmuşuz, ne yesek doymayız; teknolojinin, “bilim”in, modanın, paranın vb. esiri olmuşuz zaten takma kafana mı dersiniz?

Bana sorarsanız yine bir türkü derim. Âşık Mahzunî’den
“Sermayem derdimdir, servetim âhım”.
#Âşık Mahzunî
5 yıl önce
Haddini bilmek kendine gelmek
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi