|
Şehir, kültür ve sanat (2)
G
eçen sezon “O Ses Türkiye” yarışmasında sakallı, yakışıklı bir “gassal” finale kaldı. Eşi çarşaflı idi. Muhtevası tamamen İslami olan “Rep” şarkılar söyledi.
Sözleri kendine aitti. Bu arkadaşım hüviyeti ile finale gelmesi hem jürinin hem izleyicilerin takdirini kazanması nasıl yorumlanacak?

Şöyle:
İşini iyi yapıyorsan mesele yok.

Ancak hadiseye toplumsal açıdan yaklaşırsak yorum zorlaşır. Yani nedir?

İsmail Kara’nın son kitabının adını analım: Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak
(Dergâh Yayınları). Kitap mutlaka okunmalı bakalım hoca bu konuda ne diyor?

Geçen yine “Kültür ve Sanat” üzerine yazdığım bir yazıda “Tarım Toplumu”ndan bahsetmiş, özellikle musikiyi yorumlamıştım.

Bir tarım ülkesi olan Türkiye’de, tarım maalesef ihmal edilmiş (Şimdilerde farkına varılarak milli tarım hamlesi yapılıyor). Artan nüfus, ulaşım ve iletişim ağlarının imkanları bu nüfusu massedecek ne sanayi ne de başka imkan vardı.

Büyük şehirlerimizin nüfusunun yapısı nasıldır? Bir araştırma var mı? Benim fikrim şu: %30 köylü, %30 yarı köylü, %20 az buçuk şehirli, %10 yedi göbek şehirli. Köyden kopamamışız ki, her yıl taşra şehirleri İstanbul’da şenlik düzenliyor, mutfak ile folklor sergiliyor. Ülkenin tanınmış sanayisini iki ailenin –Koç ve Sabancı– temsilcileri
[Vehbi Bey ve Sakıp Bey]
şive ile konuşurdu, unutmayın.

Peki o zaman köyler neden boşalıyordu?

Bire beş veren, çorak arazi artık, artan nüfusu besleyemez hale gelmişti. Yol yok, su yok, okul-elektrik-hastane yok, köylü perişan. Şehrin civarında hazine arazileri kapanın elinde kalıyor. Yap bir gecekondu, al bir işporta arabası geçinirsin, çocukların ya okula gider ya sanat öğrenir, istikbali kurtarırlar. Her şey bir yana köyden şehre göç sel gibi aktığından bugün beşe çevirdiğin arsa bugün yirmi beş eder. Rant, göçü tetikleyen en önemli unsurdur. (Bugün dahi rant ekonomisi hala revaçta.)

Toprağından, evinden, kültüründen koparak gurbete savrulan; geldiği yerde tutunmak için her zorluğa katlanan, gecekondu semtinin nevzuhur yaşantısına uymaya çalışan garibanlar, Cumhuriyet tarihinin en otantik müziğini üretti.
Arabesk.

Bu süreç kırk elli yıl sürdü.

Gecekondular şehrin içinde kaldı. Sahipleri han hamam ile zengin oldu. O semtler hiçbir plan yapılmaksızın apartmanlar ile doldu. Al sana çarpık yapılaşma. (Bu sebeple artık ne bir Orhan Gencebay ne Müslüm Gürses ne de bir Ferdi çıkmaz. O defter kapandı.)

Bu çarpık yapılaşmadan bir kültür ve sanat hamlesi çıkarmak muhaldir. Belediyeler ne kadar “Kültür Merkezi” yaparsa yapsın, boşa gayret. Ne sahnenin-salonun hakkını verecek bir tiyatro birikimi
(oyun-oyuncu-yönetmen vb.)
ne de o salonları dolduracak seyirci vardır.

Şimdi “Kentsel Dönüşüm” yapılıyor. Fikirtepe yıkılıyor yerine gökdelenler dikiliyor. Sayın Cumhurbaşkanımız “Şehirleri mahvettik” dedi. Bu sadece Ak Parti’nin eseri değil. 1950’den bu yana böyle.

Futbolda bir mazeret var. “Zemin kötü” denir. El-Hak doğru. Büyük şehrin arapsaçına dönmüş, kördüğüm olmuş problemlerini çözmek neredeyse muhal.

Hadi çözelim dedik.

Bu sefer görüş farkları, bakış açıları devreye giriyor; birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Toplum uyum zamanından beri Alafranga ve Alaturka diye ikiye bölünmüş. Hâkim sermaye, hâkim idare, hâkim kültür alafranga olmuş. Olmuş da ne olmuş? Ortaya dünya çapında sanat eserleri mi konmuş? Hayır. Sade cebri olarak ötekinin önü kesilmiş. Ama bu vesayet, bu hâkimiyet sürgit devam etmiyor.

Günümüzde her iki tarafın da tâbi olduğu bir “Küresel Güç” var. Kültür ve sanatı da bu güç yönlendiriyor.
Mahalli olanı dahi endüstriye katarak pazarlayabiliyor. Üretim ve tüketim modern teknolojinin inhisarındadır.

Yani? Yani ya pop söyleyeceksin ya rep. Başka seçenekler de var. Fakat hepsi aynı şirketin içinde.

Ayakkabını, çorabını, gömleğini, pantolonunu, saç biçimini, sakalını, evini, arabanı, kozmetiğini, okulunu, mutfağını, tatilini, kağıdını, kitabını belirleyen odur, sıkıntı yok.

İyi bir film çekip gösterecek salon bulamayan yönetmenlere döndük.
(Çaresizsiniz öğüdüne uymuştuk.)

Merdivenaltı bizden uyanık çıktı. (Bu böyledir.)

Mevlana dahi anahtarlık, kebap salonu oldu. Çay bahçelerinde dervişler dönmeye başladı.

“Sanat ve kültür bir inanç sistemi, bir dünya görüşü, bir hayat tarzı, bir üretim biçimi, bir atmosfer, bir iklim, nihayetinde bütün bunları idare eden bir ritim üzerinde vücut bulur”
diye yazmıştım.

Mevcut şehir yapımız ve günlük hayatımız buna elvermiyor. Hele elektronik, hele dijital hiç.

Ne yapmak lazım?

Bilmem. Hana geldik yağmur durdu.

#Müzik
#Arabesk
#Şehir
#Kültür
6 yıl önce
Şehir, kültür ve sanat (2)
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler