|
Hedefine kilitlen!

Fatih ve Yavuz''la ilgili o ünlü “hedefe kilitlenme” mesellerini daha çocuk yaşta öğrenmemiş olanınız var mı? Hani İstanbul fethinin son demlerinde, Türk ordusu zorlanmaya başlayınca, “Sultanım acaba vaz mı geçsek?” diye mırıldanan lalasına: “Sen ne dersin Lala, ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul''u!” diyordu ya… Bir de Yavuz Sultan Selim''in Çaldıran seferi öncesinde (sanırım Ağrı yakınlarında, Eleşkirt ovasında) çadırına atılan ok vardı. Şah İsmail bir yandan askerini geri çekiyor, bir yandan hem Türklük, hem Şiilik üzerinden yeniçerileri içeriden avlamaya çalışıyordu. (Bektaşi olan yeniçerilerin Hz. Ali''ye duydukları özel sevgi, Şii hükümdar için elverişli bir siyasi manipülasyon malzemesiydi!) Derken Yavuz atına atlıyor, “Beni seven ardıma düşsün, sevmeyen karısının koynuna dönsün!” diye kükrüyordu ya... Bu yiğitlik ve hedefe kilitlenme becerisi, iki büyük zaferin kapısını açmıştı.

Çağdaş iş hayatında da durum farklı değil. Türkiye''nin önde gelen hazır giyim kuruluşlarından Taha/Tema Grubu''nun Fatih''i sayabileceğimiz Mustafa Küçük de benzer bir psikolojik donanıma sahip. Fatih kelimesini gelişigüzel kullanmadım, çünkü Taha Grubu bir zamanlar Fransa''nın en ünlü markalarından biri olan LCW''yi (El Si Vaikiki) gerçek anlamda fethetmiş; önce dağıtıcısı oldukları “Gülen Maymun”u bir Türkiye markası haline getirmiş.

Mustafa Küçük''ü yakından tanıma fırsatım olmadı; birkaç defa karşılaştık, o kadar. Yüzünde hep mahçup bir gülümseme, davranışlarında hareketli bir üniversite öğrencisinin heyecanı. 2000 yılında, Taha Holding bünyesindeki Yavuz Tekstil''e yönetim danışmanlığı yaptığım sırada, şirket kültürünü güçlendirmek amacıyla yayınladığımız Yöneri adlı bülten için kendisine birkaç soru göndermiş, cevaplarını da Şubat 2000 sayısında yayınlamıştık. Mustafa Bey, söyleşinin sonunda şöyle diyordu:

“İnsan beyni uçaklardaki otomatik kumanda sistemine benzer. Uçak bir kez havalandıktan sonra pilot varılacak hedefi uçağa tanımlayıp, otomatik pilota geçer ve uçak istenilen zamanda bu hedefe kendiliğinden ulaşır. Gerçekten insanoğlu da beynini bütün içtenliği ile inanarak bir hedefe kitler, kumandayı da daha sonra duygulardan alıp aklın eline verir ve gerekenleri yaparsa % 99 hedefine ulaşır.”

Bu basit gibi gözüken ifadede insanı ürperten ve derin düşünceye sevk eden iki husus var:

1. Bir hedef belirleyip, beyninizi tümüyle ona kilitleyeceksiniz.

2. Kumandayı kalbinize (duygularınıza) kaptırmayacaksınız.

Osmanlı sultanlarını kardeş katline kadar götüren, buna karşılık sisteme devamlılık kazandıran husus buydu. “Kumandayı duygulardan alıp aklın eline verdikleri ve gerekenleri yaptıkları için % 99 başarılı” oldular. Burada karşımıza ahlâken iki soru çıkıyor: Hedefin meşruluğu ve kullanılan araçların meşruluğu. Osmanlı ahlakçılarını da derinden etkilemiş olan Tusî, Ahlâk-ı Nâsırî adlı ünlü eserinde “iş hayatında genellikle üç şartı gözetmek gerektiğini” söylüyordu:

1. Zulümden sakınmak.

2. Utanç verici şeylerden kaçınmak.

3. Düşüklükten uzak durmak.

Tusî''ye göre zulüm, ya zorbalıkla yahut ölçü ve tartı hileleriyle veya dolandırıcılık ve hırsızlıkla kazanç elde etmekti. Utanç verici şeyler yüzsüzlük, soytarılık ve kendini alçaltma yoluyla kazanç sağlamaktı. Düşüklük ise, daha üstün bir sanata gücü yettiği halde, alçak bir sanattan kazanç sağlamaya çalışmaktı.

Alçak bir sanat nasıl olabilir? Bilgemizin izahı şöyle: Üstün sanat, aklın cevheriyle alakalı olandır; vezirlik gibi. Yahut yazıcılık, bilim, muhasebe gibi edep ve erdemle ilgili olandır; edîplik gibi. Yahut binicilik, komutanlık gibi kuvvet ve yiğitlikle ilgili olandır; bu kahramanların sanatıdır. Orta sanat tarım ve esnaflıktır. Tarım zorunlu, mesela kuyumculuk zorunlu olmayan bir orta sanattır. Alçak sanatlar ise üç çeşittir:

1. Fesatçıların sanatı: Tekelcilik, sihir…

2. Sefihlerin sanatı: Soytarıcılık, çalgıcılık, kumarbazlık…

3. Mayası düşüklerin sanatı: Hacamatçılık, çöpçülük… (“Bu üçüncüsü akla nazaran çirkin değildir, zira sosyal ihtiyaç açısından bir grubun o işleri yapması gerekir.”)

Tusî sözünü şöyle bağlıyor: “Bir sanatla tanınmış kimse o sanatta ilerleme ve olgunlaşma isteği taşımalı, aşağı mertebeye kanaat göstermemeli, düşük hedefe razı olmamalıdır!” (Ahlâk-ı Nâsırî, Litera, 2007, s. 194.)

Mustafa Küçük''ün tecrübesi, düşük hedefe razı olmamanın özeti gibidir. Yönetim felsefesi ise hayat felsefesi ile iç içedir: “Başkalarını iyi yönetmenin yolu kendini iyi yönetmekten geçer. Ben genelde demokratik görünmekle beraber yerine göre otokratik olabiliyorum. Karar vermeden önce konuyla ilgili en geniş katılımı almaya, konu ve çözümlerin özgürce tartışılmasına gayret gösteririm. Bu süreçte kendi fikirlerimi oluşturur, önce kararın konsensüsle (oydaşma veya eğilim birliği ile) alınmasını beklerim. Fakat karar vermede zorluk olduğunu görürsem hiç tereddüt etmeden tek taraflı kararımı verir, aynen uygulanmasını talep ederim.”

Kahramanların da kahramanları var. Mustafa Küçük kendine içeride Sakıp Sabancı''nın “doğal ve girişimci yönünü”; dışarıda Sony ve Mac Donald''s gibi, biri Uzak Doğu''nun diğeri Uzak Batı''nın, biri teknolojide diğeri hizmet sektöründe öncü olan iki dev grubunun kurucularını örnek alıyor. Tabii ki özgüveni elden bırakmadan: “Ancak, hiçbir kişiyi bire bir modelleme gibi bir huyum yok. Arılar gibi her çiçekten kendine uygun doğru davranışı alan, sonuçta kendine özgü bir girişimci modeli oluşturabilen bir yönetici olarak anılmak isterim.”

Ne demişti Kalecikli Mir''atî:

Öz başına kül eş, yandır ocağı

Verseler de olma âyan yamağı

Akio Morita (Sony) ve Ray Croc (Mac Donald''s) Mustafa Küçük''e hâl diliyle ne dediler? O bunlardan ne dersler çıkardı? Bunları haftaya konuşalım.

15 yıl önce
Hedefine kilitlen!
Demirtaş’ın tehditleri
Yıl uzar yüzyıl olur
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!