“Her tercüme ters serilmiş bir halı gibidir, şekilleri görünür ama renkleri görünmez” şeklindeki genel kanaatin doğruluğuna bir itirazımız yok. Ancak bu genel kanaatin, kendi dil özellikleri ve grameri korunarak Arapça ve Farsçadan müştereken inşa edilmiş Türkçe için pek geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Zira ilmî düşünce -tefekkür- iletişim / sokak diliyle değil ancak mefhum, ıstılah, mecaz ve istiarelerle… yapılabildiğinden bunların mezkûr dillerdeki asılları ya da ilgili metindeki kullanılışları
“Her tercüme ters serilmiş bir halı gibidir, şekilleri görünür ama renkleri görünmez” şeklindeki genel kanaatin doğruluğuna bir itirazımız yok.
Ancak bu genel kanaatin, kendi dil özellikleri ve grameri korunarak Arapça ve Farsçadan müştereken inşa edilmiş Türkçe için pek geçerli olduğunu söyleyemeyiz.
Zira ilmî düşünce -tefekkür- iletişim / sokak diliyle değil ancak mefhum, ıstılah, mecaz ve istiarelerle… yapılabildiğinden bunların mezkûr dillerdeki asılları ya da ilgili metindeki kullanılışları günümüz okuruna birlikte verildiğinde, okurun metne nüfuzu çok daha fazla sağlanmış olmaktadır.
Kaya’larca yapılan tam tercümesiyle adı “Dalâletten Kurtaran ve Yaşananları Açıkça Ortaya Koyan Kitap” olan ve yaygın olarak el-Munkız şeklinde kısaltılan eserin Gezzâlî’nin hal tercümesini, şüphelerden kurtulma ve hakikatle buluşma anlamında tefekkür süreçlerini ve vefatından yaklaşık iki yıl önce (1108-1109) yazılmış olması bakımından da görüşlerinin nihayetini birlikte vermesi bakımından değerli olduğu malumdur.
Eserinde, kendilerini hakikate ermenin yolu olarak takdim eden kelâmcıların, Bâtınîlerin, felsefecilerin ve sûfîlerin yol ve yöntemlerini kat ederek sûfîlerde karar kılan Gazzâlî, kelamın yetersizliği, felsefenin tutarsızlığı, Bâtınîliğin temelsizliği ve tasavvufun kurtarıcılığı esasındaki araştırmalarından elde ettikleriyle bizzat ulaştığı sonuçları aynı zamanda hakikate erişmeye dair nihâî bir yöntem olarak da tesis etmiştir.
Dolayısıyla o el-Munkız’ında zikrettiğimiz hususların tümünü içine alan mefhum, ıstılah ve mecazlar… eşliğinde özel bir dil kullanmıştır ki, eserini yazdığı dil ve ondan yapılacak tercümeler de bu dille olan irtibatlarıyla önemli hale gelmiştir.
Bu bağlamda, zikrettiğimiz ilk tercümesindeki “neşir – tercüme ve incele” üçlüsü de eserin çok sayıdaki el yazmasından aslına en uygun olanının neşredildiğini ve Türkçe tercümesinden hareketle incelendiğini göstermesi bakımından başlı başına bir değer ifade etmektedir.
Nitekim bu usulde, daha baştan Sokrat, Platon ve Aristo’nun bile kullanmadıkları, Türkçe bir lûgata ise ancak 1952 yılında girdiği bilinen metafizik vb. kavramların, Gazzâlî tefekkürü bakımından yersizliği ve yetersizliği, onun felsefeye karşı çıkarken de kaynakları itibariyle dinî bilgilerde musır olmayı seçtiği hemen anlaşılacaktır.
Mahmut Kaya – M. Cüneyt Kaya ikilisiyle (Klasik), Abdurrezzak Tek’in (Ketebe) yaptıkları el-Munkız tercümeleri, neşir (yayım) ve tercümenin hakkını birlikte vermeleri, tercümelerini Türkçe gibi Arapça ve Farsça ile ortaklaşan bir dilde yapmış olmaları, eserin gereğince anlaşılmasını sağlayan faaliyetler cümlesinden güzel neşir ve tercümenin de yetkin örnekleri olmaları bakımından emsallerinden farklılaşmaktadır.