Ramazanınız mübarek olsun.
Rabbimiz onu huzur ve sıhhat içinde yaşamamıza; idraklerimizin Allah’ın ve Peygamberi’nin sözlerine yeniden ve yeniden açılmasına; düşüncelerimizin, ahlakımızın güzelleşmesine, iyilikte, hayırda yardımlaşmamıza, dayanışmamıza vesile kılsın.
Takvim etkisi dedim, şu nedenle: 1526-1858 yılları arasında 332 yıl, Hindistan’ı kendi adlarıyla ve Türk nitelemesiyle kurdukları bir imparatorlukla yönetmiş olan Bâbürlüler’in tam da oradaki hakimiyetlerini tesis ettikleri aylardayız.
Gazi Zahîrüddin Muhammed Bâbür, ona Hindistan’ın kapısını açan, 1526 tarihindeki Pânîpet Meydan Savaşı’nı Nisan ayında yapmıştı.
Gerçi Bâbür, Hindistan’a erişen ilk Türk komutanı değildir, ama Rabbimiz nasip ettiği sürece Hindistan’ı, kendisine tabi kılma ya da himayesine alma maksadından öte, onu doğrudan yurt yapma azmiyle gelen ve buna nail olan ilk Türk komutanıdır.
Nitekim, ilk Türk kroniklerinden biri olan Bâbürnâme’sinde bunu kendisi şöyle dile getirmiştir:
“Hazret-i Peygamber zamanından, (Pânîpet Meydan Savaşı’nın kazanıldığı) bu tarihe kadar Hindistan vilayetlerini dışarı padişahlardan üç kişi ele geçirerek orada saltanat sürmüştür.
Biri Sultan Mahmut Gazi (Gaznevî) ve evladıdır. (Kuzey) Hindistan memleketinde uzun süre (986-1186) hükümdarlık tahtında oturmuştur.
İkincisi Sultan Şehabeddin Gûrî’yle kulları ve hizmetinde bulunanlardır (1187-1206).
Üçüncüsü de benim, fakat benim iş o padişahlarınkine benzemez, çünkü Sultan Mahmud (Gaznevî) Hindistan’ı zapt ettiğinde Horasan tahtı ondaydı. Harezm ve Dârulmürz sultanları ona itaat ederek boyun eğmişlerdi. Semerkand padişahı da onun himayesindeydi. Askeri iki lek değilse bile, birkaç lekten hiç az değildi. Düşmanları da racalardı ve bütün Hindistan tek bir padişahın idaresinde değildi. Her bir raca kendi başına bir vilayette padişahlık ederdi.
Sultan Şehabeddin Gûrî’ye gelince, Horasan saltanatı kendisinde olmamakla birlikte ağabeyi Gıyâseddin Gûrî de bulunuyordu. Tabakat-ı Nasırî’de söylendiğine göre, Hindistan’a ilk seferinde bir lek ve yirmi zırhlı sipahi sevketmiştir. Onun düşmanları da rây ve racalardı; bütün Hindistan yalnızca tek bir adamın elinde değildi.
Bihri’ye geldiğimizde benim bin beş yüz, en fazla iki bin adamım vardı. Beşinci defasındaysa gelip Sultan İbrahim’i yenerek Hindistan’ı fethettim. Hiçbir zaman Hindistan’a bu kadarcık askerle gelinmemiştir. (...)
Bu devlete kendi güç ve kuvvetimizden değil, sırf Allah’ın lütuf ve şefkatinden, bu mutluluğa da kendi gayret ve çabalamamızdan değil, Allah’ın aynı kerem ve inayetinden ulaştık diye biliyoruz.”
Güncel durumla bağlantılı olarak sürdürelim bu bahsi.