|
Tüm kulaklarınla dinlemek ve tüm gözlerinle görmek için Arafat’ta dur!
İhrama girmek haccın şartı, Arafat’ta
vakfe
ye durmak ve Kabe’yi
tavaf
etmek onun iki rüknüdür. Sair emirler, ibadetler, dualar, zikirler bunların arasında, devamında ve içinde gerçekleşir.
Arafat
, Mekke’nin doğusunda Tâif yolu üzerinde kuzey, güney ve doğu tarafı dağlarla çevrili düz bir alandır. Harem sınırın dışındaki Hil bölgesinde olmakla birlikte,
Müzdelife
’yi de kendine katarak (Mevâkıf) Harem’e bitişen bir büyük
mescit
tir.

Mekke’den Arafat’a doğru yürüdüğümüzde “Allah ile Allah karşısında ve marifet gününde Allah’a yürüdüğümüzü dikkate alırız. Çünkü orası Arafat’taki bir mescittir ve orası kulluk mescididir. Mescit, sadece kulluk mekânı olabilir, çünkü secde, eğilmek ve yüksekten aşağı inmek demektir. Bu nedenle secde edene ayaktan yere indiği için ‘secde eden’ denildi. Arafat mescidi insanın kendisi hakkında bir bilgi verir. Bu bilgi, insanın Rabbinin bilgisine ulaşacağı bir basamak haline gelir. Çünkü ‘kendini bilen Rabbini bilir.’ Bu nedenle bu secde emredilmiştir. Marifet, sıçrayışta tek bir durum talep eder ki, o da onun ilgili olduğu şeydir. Başka bir ifadeyle kulun bilgisi ve marifetinin özel anlamda Allah’ın mutlak birliğiyle ilişkili olmasını ister.” (İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, Trc.: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık)

Bu cihetle Arafat arife, ârif, mârif-et, mârifetullâh… kelimeleri ayakta durmak, belli bir yerde beklemek, durmak anlamındaki vakfeye vakıf oluşta toplanır.

Bu toplanış, marifetin marifetini
ilim
ve hüküm
pınarı
olarak ikiye ayıran
en-Nifferî
’nin ilim pınarının menbaını hakiki
cehl
ve hüküm pınarının menbaını da o ilmin pınarı olarak işaretleyerek vardığı şu sonuçtan anlaşılır:

“Sana emrettiğimde, sana emretmem sebebiyle onu yerine getir ve onunla ilmini umma; şayet Emrimle emrimin ilmini umarsan, Emrime asi olmuş olursun. Şayet onun ilminin sana açık kılınışı haricinde Emrini yerine getirmezsen, itaat ettiğin şey emir değil, emrin ilmi olmuş olur.” (Mevâkıf, Trc.: Nurullah Koltaş, Büyüyenay Yayınları)

Arafat’ta vakfeye durmanın asıl nedenini de burada aramak gerekir.

Şöyle ki: Seküler-İlahiyatçıların tahrip ettikleri önemli terimlerden birinin ilim olduğunu; ilim sadece ve sadece Allah’tan alınabildiği halde, onların ilmi başkalarından öğrenilen şeylerin toplamından oluşan malumata indirgediklerini; bu nedenle Arafat’ta “dur” emrinin, seküler malumatın reddini ve dolayısıyla som bir cehli iktiza ettiğini anlarız.

En-Nifferî’nin Mevâkıf’ında, “Hak beni (şu makamda) durdurdu ve bana dedi ki”, İbnü’l-Arabi’nin Meşâhid’ü-esrâr’ında “Hak beni (şununla) birlikte şahit kıldı ve bana dedi ki” ibareleriyle başlayan vakfelerinin, öncelikle
Sübhân
olan Allah’a yönelik ve buradaki en büyük zikrin de Allah’ı tenzih esasında ululamak, yüceltmek anlamındaki
Sübhânallâh
kelimesi olduğunu idrak ederiz.
Bu idrak vakfedeki mümini, en-Nifferî’nin “Rabbini bilen kendini bilir”, İbnü’l-Arabî’nin “Kendini bilen Rabbini bilir” anlayışları arasında bir salınıma uğratır ve zikirden marifete, marifetten zikre doğru cehl içinde teslimiyetle, tüm kulaklarıyla Rabbi’nin emrini işiterek; tüm gözleriyle Rabbi’nin tecellilerini görerek, bu tarzdaki bir işitmenin ve görmenin dışında oluşan dünyevî (seküler) malumattan onu arındırarak saflaştırır. Peygamber Efendimizin (sav) haccın karşılığını
cennet
ve dolayısıyla
günahsızlaşma
olarak belirlemesi de bu saflaşmaya işaret olsa gerektir.

O halde Arafat’ta vakfe, Allah’ın ve Peygamberi’nin hacda dur dedikleri yerde durmak, hakikatte mezkur zikir ve bilgilenme arzusu yönünde kaynağı İlahî olan bir harekete geçme eylemidir.

Bu manada ârif vakfenin mahiyetini ve bu sayede ilmi öğrenen değildir, bilakis ârif, Peygamber Efendimizin “Kâbe’yi tavaf, Safâ ile Merve arasında yapılan sa’y ve şeytan taşlama işi (dünya kelâmı konuşmak veya gafletle geçirmek için değil) ancak Allah’ın adının anılması içindir.” mealindeki hadisine uygun olarak amel etme ilmini öğrenen ve bu esasa tabi olarak bu bilgideki artışı talep eden kişidir.

Zira:

“Vakit vakfede doğar ve rahmâniyet denizi ona şâhid olur.

Edep marifetlerde doğar ve (güneşe izafe edilen fiil, mastar; geliş yeri; bilinmeyene nüfuz eden bilgi ve görme anlamlarında) matlaın emrini hatırlatan amellerin verdiği huzur ona şâhid olur.

Matla’ doğar ve sınır (had) ona şâhid olur.

Ölüm doğar ve takdirin izzeti ona şâhid olur. (…)

Basiret gözü doğar ve keşf ona şâhid olur.” (İbnü’l-Arabî, Şahit ve Anlattıkları – Meşâhidü’l-esrâr, Trc.: Zeynep Şeyma Özkan, Pinhan Yayınları)

#ihram
#vakfe
#tavaf
#Arafat
2 yıl önce
Tüm kulaklarınla dinlemek ve tüm gözlerinle görmek için Arafat’ta dur!
Kürt dinamizmi, Kandil ve Nişantaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir