Mekke’den Arafat’a doğru yürüdüğümüzde “Allah ile Allah karşısında ve marifet gününde Allah’a yürüdüğümüzü dikkate alırız. Çünkü orası Arafat’taki bir mescittir ve orası kulluk mescididir. Mescit, sadece kulluk mekânı olabilir, çünkü secde, eğilmek ve yüksekten aşağı inmek demektir. Bu nedenle secde edene ayaktan yere indiği için ‘secde eden’ denildi. Arafat mescidi insanın kendisi hakkında bir bilgi verir. Bu bilgi, insanın Rabbinin bilgisine ulaşacağı bir basamak haline gelir. Çünkü ‘kendini bilen Rabbini bilir.’ Bu nedenle bu secde emredilmiştir. Marifet, sıçrayışta tek bir durum talep eder ki, o da onun ilgili olduğu şeydir. Başka bir ifadeyle kulun bilgisi ve marifetinin özel anlamda Allah’ın mutlak birliğiyle ilişkili olmasını ister.” (İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, Trc.: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık)
Bu cihetle Arafat arife, ârif, mârif-et, mârifetullâh… kelimeleri ayakta durmak, belli bir yerde beklemek, durmak anlamındaki vakfeye vakıf oluşta toplanır.
“Sana emrettiğimde, sana emretmem sebebiyle onu yerine getir ve onunla ilmini umma; şayet Emrimle emrimin ilmini umarsan, Emrime asi olmuş olursun. Şayet onun ilminin sana açık kılınışı haricinde Emrini yerine getirmezsen, itaat ettiğin şey emir değil, emrin ilmi olmuş olur.” (Mevâkıf, Trc.: Nurullah Koltaş, Büyüyenay Yayınları)
Arafat’ta vakfeye durmanın asıl nedenini de burada aramak gerekir.
Şöyle ki: Seküler-İlahiyatçıların tahrip ettikleri önemli terimlerden birinin ilim olduğunu; ilim sadece ve sadece Allah’tan alınabildiği halde, onların ilmi başkalarından öğrenilen şeylerin toplamından oluşan malumata indirgediklerini; bu nedenle Arafat’ta “dur” emrinin, seküler malumatın reddini ve dolayısıyla som bir cehli iktiza ettiğini anlarız.
O halde Arafat’ta vakfe, Allah’ın ve Peygamberi’nin hacda dur dedikleri yerde durmak, hakikatte mezkur zikir ve bilgilenme arzusu yönünde kaynağı İlahî olan bir harekete geçme eylemidir.
Bu manada ârif vakfenin mahiyetini ve bu sayede ilmi öğrenen değildir, bilakis ârif, Peygamber Efendimizin “Kâbe’yi tavaf, Safâ ile Merve arasında yapılan sa’y ve şeytan taşlama işi (dünya kelâmı konuşmak veya gafletle geçirmek için değil) ancak Allah’ın adının anılması içindir.” mealindeki hadisine uygun olarak amel etme ilmini öğrenen ve bu esasa tabi olarak bu bilgideki artışı talep eden kişidir.
Zira:
“Vakit vakfede doğar ve rahmâniyet denizi ona şâhid olur.
Edep marifetlerde doğar ve (güneşe izafe edilen fiil, mastar; geliş yeri; bilinmeyene nüfuz eden bilgi ve görme anlamlarında) matlaın emrini hatırlatan amellerin verdiği huzur ona şâhid olur.
Matla’ doğar ve sınır (had) ona şâhid olur.
Ölüm doğar ve takdirin izzeti ona şâhid olur. (…)
Basiret gözü doğar ve keşf ona şâhid olur.” (İbnü’l-Arabî, Şahit ve Anlattıkları – Meşâhidü’l-esrâr, Trc.: Zeynep Şeyma Özkan, Pinhan Yayınları)