|
Türk-İslam tarihinde erken kopan kıyametler

Bir devlet hukukî, askerî, malî, manevî, ahlakî, sosyo-kültürel vb. ilişkilerin ahenkli toplamından oluşur. Bunlardan bir veya birkaçının bir diğerlerinden daha fazla ya da az etkili olması devletin istikrarını etkileyebilir ama olumsuz olarak değiştirmez. Ta ki, mezkûr ahengi bozacak bir durum ortaya çıkmasın.

Bunun ortaya çıkması ise içten ve dıştan gelen çifte bir etkiyle çöküşü ve giderek yıkılmayı beraberinde getirir. Çünkü, ahenksizlik devletin işleyişinde boşlukların doğması demektir ve devlet kendisi bu boşlukları doldurma kabiliyetinden yoksun kaldığı anda
hayatın boşluk kabul etmemesi
nedeniyle içeriden ya da dışarıdan birileri mutlaka o boşlukları dolduracaklardır.

Nitekim gerek ibret alalım, kendimiz için doğru hayatı keşfedelim diye verilen Kitabî misallerden, gerekse bizzat tanığı olduğumuz ilgili şeylerden öğrendiğimiz ve elde ettiğimiz sonuçlar da bu doğrultudadır.

Konuya Hint-Türk devleti
Babürlüler
’den baktığımızda,
İmam-ı Rabbanî
’nin (v. 1624) müceddidîlik yönelişiyle duyurulan devletteki kötü gidişatın ayak sesleri,
Abdülhak ed-Dihlevî
(v. 1642) tarafından daha da duyulur hale getirilmiş,
Şah Veliyullah ed-Dilevî
ise bunu, devletin ömrünü uzatma gayretiyle yeni bir tecdit anlayışının -
Dihlevîliğin
ve bilahare
Diyûbendiliğin
- esas meselesi haline getirmiştir.
Babürlüler’in çok dinli ve çok kavimli yapısında iç düşman aramaya gerek yoktur çünkü, devletin omurgasını oluşturan Türkler dışındaki her din ve kavim bilkuvve düşmandır. Buna
Portekiz
lilerin Hint Alt Kıtası’na gelişlerini ve onları takiben gelen
İngiliz
lerin
sömürgen-Haçlı
emellerini eklediğimizde ise zikrettiğimiz sonucun oluşan boşlukların doldurulmasından da ötede Müslümanlar için erken kopan bir kıyamet olarak tahakkuk edeceği de aşikardır.

Tecdidin sadece şeri’i bir tutumdan ibaret olmadığını, coğrafî-siyasi tedbirlerin zamanında alınabilmesini de kapsadığını unutmamak gerekir.

Bu manada
Fernand Braudel
’in Osmanlı’yı İstanbul’un ufkuna hapsolarak gerçek sorunları görmemekle; 1529’da başlatılan Süveyş Kanalı’nı kazmamakla; 1538’de Protekizli’ye karşı sonuna kadar bir mücadeleye girmek yerine bir kardeş kavgasında, sınır alanlarının boşluğunda İran’a çarpmakla; 1569’da Aşağı Volga havzasını fethetme fırsatını kaçırarak, İpek Yolu’nu yeniden açamamakla; Akdeniz’deki gereksiz savaşların içinde kendini kaybederken asıl sorunun büyük dünyanın dışına çıkmak olduğunu fark edememekle suçlamasındaki haklılığın,
Safevîler
(1736),
Babürlüler
(1858) ve
Osmanlılar
’ın (1923) İngilizler tarafından yıkılması gerçeğine eklendiği (II. Filipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası I, Trc.: Mehmet Ali Kılıçbay, Doğubatı Yayınları, İstanbul 2017, s.: 304) ve bu sebeple Müslümanlar için 19. ve 20. asırlarda erken kopan kıyametteki zebanilerin İngilizler olduğu bilinen bir sonuçtur.
Bugün de hâlen
Türkiye
’nin kendi içindeki düşmanlarının, salt Müslüman kimliği nedeniyle
Recep Tayyip Erdoğan
’ı iktidardan uzaklaştırabilmek için yine
İngiliz elçi
siyle birlikte çalışmalarının asıl sebebi de budur. Çünkü, “İslamî devlet” nitelemesi yanlış olmakla birlikte
Muzaffar Alam
’ın yaptığı şu tespit hâlen belirleyicidir: “…En dikkat çekici şekliyle yirminci yüzyılda Türkiye örneğinde olduğu gibi, bazı modernist İslamî devletlerin, değişim arayışına geçmişi bütünüyle bir kenara koyma iddiasıyla girdiğine de tanık olduk.”

Buradaki “geçmişi bütünüyle bir kenara koyma” vurgusu, yine Alam’ın “Batı’nın İslam algısını tanımlamakla kalmayan, ama aynı zamanda Müslümanların kendi dinlerini algılayış tarzını da şekillendirmeye başlayan bir İslam şablonu”ndan söz edişine göre İngilizlerin Müslüman diyarlarındaki sömürgen-Haçlı uygulamalarının hâlen yürürlükte olduğuna işarettir. CHP ile içteki ve dıştaki dostlarının Erdoğan’a tahammülsüzlüklerinin kökenini de burada aramak gerekir.

Muhatabı
-Yahudiler- bakımından
özel
ancak hüküm -sonuç- bakımından
genel
olan, “İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)” (İsra 17:7) mealindeki İlahî sözün bir verisi olarak şer’i tecdit arayışının Babürlüler için de zorunluluğunu belirtmemiz gerekir.

Ancak bir kıyamete maruz kalınmışsa -ki kalınmıştır-, tecditten daha fazlasını düşünmek ve yapmak da şart olmuş demektir.

#Babürlüler
#İmam-ı Rabbanî
#Abdülhak ed-Dihlevî
2 yıl önce
Türk-İslam tarihinde erken kopan kıyametler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’