“Siyasi İslâm, son iki yüz yılı aşkın bir süredir buhranlı bir evreden geçmektedir. Dünyanın farklı bölgelerindeki Müslümanların bu dönemde -Moğollar sonrası dönemde gözlemlenenler de dâhil olmak üzere- karşı karşıya kaldıkları sosyal ve siyasi gerilimler, daha önceki herhangi bir evredekinden daha ciddi boyuttadır. İslâm, bu modern sömürge ve sömürge-sonrası dönemlerinde, her alanda daha önce görülmemiş bir saldırıya maruz kaldı. Bu saldırı, siyaset, askeriye, kültür, estetik ve ahlâk alanlarında olduğu gibi, insanların gündelik hayatlarının ve birbirleriyle ilişkilerinin en temel biçimlerine kadar uzandı. İslâm’ın bir zamanlar yaptığı fetihlerle baskın hâle getirdiği orijinal fikirler, üstünlük -dünya görüşü açısından-, yukarıda sayılan tüm alanlarda Avrupa tarafından bozguna uğratıldı. İslâm’ın bir zamanlar ihtişamlı siyasi sembollerini bir arada tutan değerler, Amerika ve Avrupa kendi kültürlerini yurt dışına sürerken, dünyanın büyük kısmının bugün giymekte olduğu Batı tarzı kıyafetlerin benimsenmesiyle kaybolup gitti. Hindistan’da, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Babür İmparatorluğu nihai bir biçimde ortadan kalktı. Yakındoğu, İran, Batı ve Orta Asya, Batılı güçlerin ya birine ya da diğerine boyun eğdi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalanlar yirminci yüzyılda yok olup gitti.”
Bu olgu ve olayların devamında, doğrudan Müslümanların varlığına yönelen İslamofobya, onları korkutmaya; endişeye ve bunalıma düşürmeye; inançları hakkında kuşku üretmeye; çaresizlikleri nedeniyle utandırmaya yöneliktir.
Sadece son hususu somut bir örnekle kısaca açacak olursak:
“Ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” (Tahrim 66:11) diyerek, hâlimizi yeni zamanlara göre öncelikle İslam’ın içinden düşünmemiz ve tedbir üretmemiz kendi mecburiyetimizdir.