|
‘Ve beni zalimler topluluğundan kurtar!’
Hindistan
’da artış kaydeden
İslamofobik
olayların temelini 19. asrın ortalarından bugüne kadar Müslüman beldelerindeki yıkımın oluşturduğu kesindir.
Buna göre
İslamofobya
, iktidarlarını değil bizzat Müslümanların varlığını kendileri için büyük bir tehlike olarak gören Batı ile onun hem akıl hocalığını hem de taşeronluğunu üstlenen Yahudilerin, yıkım sonrası sosyo-kültürel tasfiye maksatlı operasyonlarının adıdır.
Bu husus konunun temelini oluşturmakla birlikte, yine de İslamafobya’nın sadece bir yönüdür. Diğer yönlerinden de ana hatlarıyla söz etmeden önce,
Muzaffar Alam
’ın kelimeleriyle mezkûr yıkımı şöyle özetleyebiliriz:

“Siyasi İslâm, son iki yüz yılı aşkın bir süredir buhranlı bir evreden geçmektedir. Dünyanın farklı bölgelerindeki Müslümanların bu dönemde -Moğollar sonrası dönemde gözlemlenenler de dâhil olmak üzere- karşı karşıya kaldıkları sosyal ve siyasi gerilimler, daha önceki herhangi bir evredekinden daha ciddi boyuttadır. İslâm, bu modern sömürge ve sömürge-sonrası dönemlerinde, her alanda daha önce görülmemiş bir saldırıya maruz kaldı. Bu saldırı, siyaset, askeriye, kültür, estetik ve ahlâk alanlarında olduğu gibi, insanların gündelik hayatlarının ve birbirleriyle ilişkilerinin en temel biçimlerine kadar uzandı. İslâm’ın bir zamanlar yaptığı fetihlerle baskın hâle getirdiği orijinal fikirler, üstünlük -dünya görüşü açısından-, yukarıda sayılan tüm alanlarda Avrupa tarafından bozguna uğratıldı. İslâm’ın bir zamanlar ihtişamlı siyasi sembollerini bir arada tutan değerler, Amerika ve Avrupa kendi kültürlerini yurt dışına sürerken, dünyanın büyük kısmının bugün giymekte olduğu Batı tarzı kıyafetlerin benimsenmesiyle kaybolup gitti. Hindistan’da, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Babür İmparatorluğu nihai bir biçimde ortadan kalktı. Yakındoğu, İran, Batı ve Orta Asya, Batılı güçlerin ya birine ya da diğerine boyun eğdi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalanlar yirminci yüzyılda yok olup gitti.”

Bu olgu ve olayların devamında, doğrudan Müslümanların varlığına yönelen İslamofobya, onları korkutmaya; endişeye ve bunalıma düşürmeye; inançları hakkında kuşku üretmeye; çaresizlikleri nedeniyle utandırmaya yöneliktir.

Sadece son hususu somut bir örnekle kısaca açacak olursak:

ABD askerlerinin Afganistan’dan çekilmeleri için verilen tahliye emri, askeri yönden sorunsuz olarak tamamlanırken, Afgan hükümetinin düşmesi, güvenlik güçlerinin dağılması ve Taliban’ın 15 Ağustos’ta Kabil’e girmesiyle oluşan
kaos
ortamında,
A
BD’ye hizmet eden Afganlılar
ın tahliyesinde sorunlar yaşanmıştı.
Tahliyedeki hazırlıksızlığı ve söz konusu kaosu büyütmesi nedeniyle eleştirilen ABD, Kabil Hamid Karzai Havaalanı’na akın eden hizmetçilerinin canları pahasına kargo uçaklarına binme görüntülerini, bir
zillet belgesi
olarak dünya medyasına servis etmek suretiyle Müslümanlar nezdinde ürettiği utançla yine kârlı çıkmıştı.
Ben o zamanlar -kendilerini dünya edebiyatını kurtarmaya adamış- birçok Müslüman genç yazarın bile, sadece o görüntülere takılıp, ABD’ye hizmetçilik etme ihanetine asla zihin yormaksızın “Batılılaşmaya karşı çıkarak, ABD uçaklarının kanatlarında sallanan Afganlar gibi mi yaşayalım?” sözleriyle dışa vurdukları
büyük utanca
bizzat tanık olmuştum.
Gerçi, benim kuşağımca da çokça tartışılan
Dârülislâm, Dârülemân
ve
Dârülharp
kavramlarından ilk ikisi, Batı tarafından malum yıkımla yok edildiğine, dolayısıyla dünya Müslümanlar için
büyük bir Dârülharb
’e dönüştürüldüğüne göre, İslamofobya’nın artık dünyanın neresinde ve nasıl işletildiğinin de bir önemi kalmamıştır.
Bu da konunun artık -
Hayrettin Karaman
Hocamızın
hoşkörü
olarak tescil ettikleri-
hoşgörü
vb. münafıklık kokan terimlerle,
senkretik
arayışlarla,
sentez
çabalarıyla çözümlenemeyeceğinin açık bir göstergesidir.
Mevcut tablo ve yeni gelişmeler ne olursa olsun, Müslümanların tecdit arayışları
Babürlüler
’in ve
Osmanlılar
’ın son devirlerindekinden çok daha yoğun bir şekilde süreceğine göre, taze bir eda ile yeni siyasetin tahakkuku da ancak bu yolda mümkün olabilecek gibi görünmektedir.
Müslümanların İslamofobya karşısında silahlı mücadeleyi tercih edip etmeyecekleri ayrı bir tartışmanın konudur. Ancak, özellikle Hindistan örneğinde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi
tedbirsizliğin
makulleştirilmesi, a
cziyetin beyanı
da geçerli değildir.

“Ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” (Tahrim 66:11) diyerek, hâlimizi yeni zamanlara göre öncelikle İslam’ın içinden düşünmemiz ve tedbir üretmemiz kendi mecburiyetimizdir.

#Hindistan’da artış kaydeden
#Muzaffer Alam
#Hayrettin Karaman
2 yıl önce
‘Ve beni zalimler topluluğundan kurtar!’
Ankara öpücüğü: Üsleri konuşmanın zamanı geldi mi?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!