|
Açılımın bedeli

“...Modern bir yaşantı içinde kendi zihnî kirliliğinin bilincinde olarak yer almak, ancak referanslara (Kur''an''a ve Hadis''e) tekrar tekrar dönmeyi, dolayısıyla bu sayede Müslümanca düşünmeyi ''de'' düşünerek zihnî temizliği süreklileştirmeyi gerektirir” diyerek bitirmiştim bir önceki yazımı.

Söz konusu zihnî temizliğin Tanzimat''tan bu yana daha çok kendi içine kapanmak ya da bir cemaate bağlanarak maddi planda değilse bile psikolojik planda bir “güvenlik” zırhı oluşturmak şeklinde sürdürülmeye çalışıldığı bilinen bir husustur.

Şimdi ise demokratlaşma, laikliği dinsizlik saymama, sevgi ve barış için “hoşgörü”yü geliştirme gibi muhafazakar telkinlerin de etkisiyle içe kapanma hali ve cemaat bağlarının korunması bir zaruret olmaktan çıkmış, bunların yerini “kaçınım”dan “açılım”a doğru bir evriliş almıştır.

“Açılım”ın istikameti, “Müslümanca düşünmeyi düşünmek” yerine, Müslümanca düşündüğünü sanma (onu temellük etme) yanılsamasıyla, yerli modernlerle eşitlenme çabasını içkin olarak, güya “modern-Müslüman” olmanın gerektirdiği “benzerlikler / müştereklikler” üstünden modern / Batılı / Hıristiyani düşünceye eklemlenmekten ibarettir.

Sadece, “sanat” konusundaki mevcut anlayışa genel hatlarıyla bakmak bile söz konusu eklemlenmenin boyutunu ele vermeye yeterlidir.

“Müslümanca düşünme”yi temellük ettiklerini sananların sanat konusunda yapa geldikleri “hayata karşı duruş biçimi” şeklindeki tanımlamayı hatırlayalım. Bunun, “ontolojiik bir ıstırabın, acının neden olduğu hissi biçimlendirerek yeniden yaratmak” şeklindeki Batılı sanat anlayışından mülhem bir tanımlama olduğu aşikar iken, bu tanımlamayı yapanların “kimliği”, ondaki Hıristiyani özü ıskalamamıza, en azından bu özü gecikmeli olarak anlamamıza neden olur.

Hayatın “ebedi günahkarlık”tan kaynaklanan bir “eksiklik ve acı”dan ibaret oluşuna ilişkin Batı düşüncesi, ona (hayata) “karşı vaziyet alma” tutumuyla “bizim” düşüncemize sirayet ederken, “bizim” eksilik içermeyen (boşluksuz), ebedi günahı ve dolayısıyla acıyı merkeze almayan hayat (ve sanat) anlayışımız da sirâyet esnasında onunla eşitlenmiş ve giderek yerini tümüyle sârî olanın yerleşikliğine terketmiş bulunur.

Sonrasında isyan, çatışma ve arınma unsurlarını içeren “trajedi”, sürekli kendi içini oymak süretiyle ben-cilleşen; kurgu ve vehim unsurlarını içeren “drama”, sürekli kendi dışına taşmak suretiyle “öteki”ni deşeleyen bir sanat tutumu olarak benimsenmiş, normalleşmiş ve kanıksanmış bir hale gelir.

Oysa ki, “hayat” dediğimiz yerde, dediğimiz aslında “Tanrı”dır; “hayata karşı duruş biçimi” dediğimiz yerde ise asıl dediğimiz Tanrı''ya karşı (ya da onunla karşı karşıya gelme) durumumuzdur. Özünde bir “pazarlık” ve bunun sonucunda bir “paylaşım kararı”nı içeren bu konu, seküler sanat anlayışına bağlanma, daha açık bir söyleyişle Hıristiyani düşünceye dahil olma ve son tahlilde bir şirk biçimine eklemlenme şeklinde tezahür eder.

Bu noktadan itibaren, “açılım”ın açılması tamamlanmış, sanatla ilgilenen Müslümanlara sanatın gerektirdiği her kapıdan (ondan da felsefeye, tarihe açılacak şekilde) İslam dışı dünyalara geçmek mübah hale gelmiş olur:

J. Krishnamurti “de” hakikatin bayraktarlarındandır, J. Berger bakışımızın terbiyecisidir, V. Woolf anlatılar evreninin ana-kraliçesidir, J. L. Borges vehimler dünyasının biricik kâşifidir, J. Lacan bilinç-altımızın aydınlatıcısıdır... Kuram diye bir meselemiz vardır artık, estetik adlı bir bilimle buluşmuşuzdur, yapısalcılık hedefimizdir, yapıbozum niyetimizdir, yaratıcı-yazarlık asli işimizdir artık...

Açılım''daki açılma sürmektedir. Daha iyi düşünmek niyetiyle eşiklerini aşındırdığımız Batılı düşünürler putumuz, onların Hıristiyanlığın içinden ürettikleri düşünceler inancımız haline gelmektedir giderek.

Ama gam çekmeye ne hacet! Müslümanız ya sonuçta, kimliğimiz bâkî, düşüncemiz âlîdir.

İşte bu yüz yüze bulunduğumuz tehlikenin ta kendisidir.

“Müslümanca düşünmeyi düşünmek” suretiyle ya “farkları” esas alıp Müslüman kalarak Batı''ya doğru yürüyeceğiz ya da Müslümanca düşündüğümüz yanılsamasına kapılıp, “açılım” sayesinde müştereklikleri izleyerek önce içimizdeki müsteşriklerle eşitlenecek ve burayı el birliğiyle Batı''ya ait kılacağız.

Vaki “açılım”la nereye kadar açılacağınızın kararı size kalmıştır.

13 yıl önce
Açılımın bedeli
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?