|
“Ana” kelimesinin izinde...

Bir önceki yazımda, "Yeniden Devlet Ana... Ve yeniden Kemal Tahir" diyerek bitirirken, "devlet-baba"dan "devlet-ana"ya tekrar dönmemiz gerektiğini, bunun için iki tanım arasındaki farkı çok iyi anlatan Kemal Tahir''i "yeniden" okumamızın elzem olduğunu, Abdurrahman Aslan''dan yaptığım alıntıya da yaslanarak "zımnen" söylemeye çalışmıştım.

"Zımnen" deyişim, söz konusu niyetimin "devlet-ana"dan önce "ana" kelimesinin iştikakını yapmayı gerektirmesindendi.

İnanç dilim oluşundan çok kadim bir dil oluşu nedeniyle Arapça''dan "ana" kelimesinin izini şimdi sürmeye çalışacağım.

Arapça, "elif" ve "mim" harflerinden oluşan "umm" kelimesi, "ana, anne, aslî olan, ana defter, başkan ve reis" demek; Ahterî Kebîr''de "kastetmek, yürüyüş halindeki askeri birliğin önünde bulunan bayrak" anlamları da verilmiş.

"Umm"un Kur''anî karşılıkları için de Râgıp el-İsfahani''nin Müfredât''ında şunlar söylenmiş:

"Babanın mukabili. Bir kimseyi doğuran yakın anne ve onu doğuranı doğuran uzak anne. Bundan dolayı aramızda birçok kuşak olmasına rağmen Havvâ (a.s.) için "Havvâ anamız" denmiştir. Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde; yetiştirilmesinde, ıslâhında ya da başlamasında temel teşkil eden her şeye ''umm'' denir. El-Halil şöyle demiştir: Sonraki diğer şeylerin kendisinde toplandığı ya da kendisine bitiştiği her şeye ''umm'' denir."

"Umm" kelimesinden türeyen ümmet, imam, ümmi vb. kelimelerle, Ummu''l-kurâ (Mekke), Ummu''l-kitap (Fatiha Suresi), Ummu''d-dehim (musibet, felaket) vb. terkiplerin izini Müfredât''tan sürmeyi meraklılarına bırakarak, "elif ile mim" sembolizmine de kısaca değinmek istiyorum.

Elif''in, "Levh-i mahfuz"da "Kalem"in yazdığı ilk harf ve ilk oluşun şiddetiyle ateş gizini yüklenmiş nurani bir harf oluşuna hükmedilir; hem ilk harf hem de ilk sayı olmakla "Allah" ismini sembolize eder.

Mim''inse, içinde "nem" taşıdığı düşünülür; kozmolojik planda beş yıldızdan oluşan on üçüncü "üva" durağını temsil eder; ay bu durağa indiğinde dünya her zamankinden daha fazla ruhaniyete mazhar olur; bu hususiyetleriyle "mim" "ay" ile ilişkili olarak Peygamber Efendimizi sembolize eder.

Merhume Annemarie Schimmel, "ümm kelimesi, ateşin ve nemin karşılığı olarak Allah ve Resulü''nün ilk harflerinden oluşmuş bir kelime…" demiş miydi bilmiyorum ama ben onun kadar cesur olamayacağım için bunu söyleyip söylememeyi sizlerin takdirine bırakıyorum. Elif''in ezelî ve ebedî kıyamı temsil eden erillik, mim''in emeği, üretimi temsil eden dişillik olduğunu düşünmek de size kalmış.

Bana şunu sormak düşüyor: Hayatı, doğurganlığı, çoğalmayı, ilksel olana bağlı kalmayı, riyaseti, itaati, merhameti, güvenliği… uhdesinde toplayan "umm" kelimesiyle nitelenen bir dünya düzeninden ne oldu da, "baba" kelimesinin ceberrut, azgın, otoriter, totaliter, insafsız, zalim bir dünya düzenine geçtik?

Dilimiz, dinimizi (inancımızı ve amellerimizi) ele verdiği için, malum "açılım" tartışmaları çevresinde, "devlete ait yeni bir millet tanımı" şeklinde somutlaşan güncel talep bile tek başına bu sorunun cevabını içeriyor aslında.

Devlet''i önceleyen bir dil mantığı içinde "baba"sız cümle kurulamayacağına göre, söz konusu talebin, "millete ait bir devlet tanımı"na dönüşmesi zorunlu hale geliyor ki, bu da bizi milleti millet yapan "ana merkezli" bir dile yeniden bağlıyor.

"Ana merkezli" derken, "umm" kelimesinin yukarıda belirtmeye çalıştığım zahirî ve batınî, sosyolojik ve tarihî, psikolojik ve dinî tüm karşılıklarını, daha özet bir söyleyişle onun biçimlendirdiği "kültürel yapı"nın tümünü kastediyorum.

"Açılım"ın gidişatına bakılarak, benim bu yaklaşımımın bir "ütopya"dan ibaret olduğunu söyleyenlerin çıkması da beni üzmeyecektir. Çünkü, Burhan Sönmez''in, "Sol İlahiyat" tartışmasını başlatan yazısının (Birikim, sayı: 246) bitiş cümlelerinde dile getirdiği "hakikat", sonuçta benim hakikatimdir:

"Ve öyle bir vakte erdi ki devran, ütopyanın kapısını ilk açanların kadınlar olduğu unutuldu. Derler ki: Analarımız ilk toplulukların oluşumunda insanlığı var ederken, aslında, göklerdeki cennetin kırmızı çizgisini geçen ilk insan olarak Havva''nın cesaretini, fedakarlığını ve ümidini temsil ediyorlardı. Sonra gadre uğradılar.

Derler ki: İnkâr edilmiş kadim sırlar, yok olmaz. Erkekler denedi on bin yıldır. Efendiler, soylular ve güçlüler denedi. İnsanlığı balçıktan ibaret bir maddeye dönüştürdüler ve ruhundaki soluğu tükettiler. Cennetteki ilk kadın, Tanrı''nın buyruğuna rağmen yasak meyveyi yediğinde, bilmemezlikten değildi bu, aksine bildiği ve arzuladığı bir şey vardı. Bilinen ve istenen o ''ilk şeyi'' bugün açığa çıkarmak ve insanlığın ortak düşü haline getirmek arzusu, bu bunaltı ve sıkıntı dünyasında bir umuttur.

Ütopya, kadınların ayaklarının altındadır."

14 yıl önce
“Ana” kelimesinin izinde...
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler