|
Bir dostun acısının içinden geçememek

Hal olarak acının adı tektir, ama bir eleme, azaba, bir musibete, belaya, som bir yokluğa, imkansızlığa maruz kalmak, derin üzüntü çekmek, iç sızısı yaşamak... şekliyle onlarca formu vardır.



Hangi formuna muhatap olunursa olunsun, acı özü itibariyle ferdidir ve bu bakımdan paylaşılması imkansızdır. Çünkü, ateşin düştüğü yeri yakması gibi, acı da sadece uğradığı bedeni yurt edinir.



Bu manada, bir acıya birden çok kişinin maruz kalması da bir benzerlik ilişkisinden başka bir şey doğurmaz, çünkü herkes acısını kendisinde ve kendisine göre yaşar.



10 Nisan 1997'de vefat eden yazar

Ramazan Dikmen

'e, vefatının yıl dönümünde rahmet dilemek ve arkadaşlarından, tanıyanlardan onun ruhuna bir Fatiha okumalarını talep etmek üzere bu yazıya başladığımda, şimdiye kadar bu bağlamda yazdığım diğer yazılarda da onun acısına hiç dokunamadığımı, hatta bu gerçeğin kenarından dolaşırcasına Ramazan'ı anlatırken aslında kendimi anlattığımı fark ettim.



Ki bu da hakikatin başka bir yüzüdür. Her tanık, istese de istemese de tanıklık ettiği şeyin önüne geçer. O geçmek istemese bile, anlatım tarzını, anlatırken baş vurduğu jest ve mimikleri, edayı kendilerince yeni bir görüş / görünüş alanına taşıyanlar yaparlar onun adına bu öncelemeyi.



Oysaki Ramazan'ın (acının ferdiliğini de içkin olarak) kendi acısından söz ettiği az sayıdaki günlüklerini, yazılışlarından kısa bir süre sonra ilk okuyanlardan biri de bendim. Yazısının karakterinden acısının o anki düzeyini fark edebilecek şekilde okuyabilen ama o acınan içinden geçmemin, ferdiliğini tam idrak edebilmenin mümkün olmadığını düşünerek, onun o anki ihtiyaçlarını, taleplerini acısının önüne almaya, deyim yerindeyse onu acısından bir adım ilerde yürümeye teşvik eden ben...



Şimdi, Ramazan'ın öykü dışındaki yazılarının (sevgili

Hüseyin Su

'nun gayretiyle) toplandığı

Tükenerek Çoğalmak

adlı kitabından, söz konusu günlüklerine bakarken, hem acısının yanı başında durduğumu ama asla içinden geçemediğimi hem de ondan her bahsedişimin aslında kendimden bahsetmek olduğunu daha iyi fark edebiliyorum.



İlk durumum, paylaşımındaki imkansızlığa bağlı acziyetten, ikinci durumumsa anlatmanın doğasına bağlı zorunluluktan ibarettir. Bu ikisini aşarak Ramazan'ın çektiği acıyı anlatabilmemin en iyi yolu, sanırım sözü üç adet günlüğü üzerinden ona bırakmaktır:



“30.7.1996/01:25


Açık balkon kapısından komşu bahçenin söğütlerini sallayan rüzgar. Uslu, hışıl hışıl! Uzaktan uzağa akşam böcekleri. Çatılarda, arka bahçelerde, uzak tepelerde batmakta olan ayın örttüğü solgun, sakin, uçucu tüller.



Gözler kapalı. İçinizde açan, adlandıramadığınız, renklerini bilmediğiniz, binlerce gece çiçeğinin ipincecik saplarınca narin bağlar. Kalbinizin ortasından geçen meleklerle akrabalık bağınız. Bu bağlardan filizlenen pırıl pırıl ilhamlar, katıksız düşünceler. Ardından sizi gözyaşlarına boğan genişlik, ferahlık duygusu. Çoktan unuttuğunuz ağrılar. Hastalığın incelten, olduran, erdiren güzellikleri. Şükür. Şükür.



2.8.1996/01:30


Haydn'ın sakin, içe işleyen kemanları.



Birbirini izleyen, alıp alıp götüren başedilmez çağrışımlar, çağrışımlar.



Sükunetin başlı başına güzelliği.



Daima okuma'sız, çalışma'sız.



La peau de chagrin'den on sayfa kadar. Bu kadar okumak sayılırsa.



Ağrılar çoktan hazır.



Göz kapaklarım ağırlaşsa da



Uyku çok uzaklarda.



Yine de her günkü deney:



Umutsuz uyku avı!



14.11.1996/02:00


Ağrılar, ağrılar. Her şeyi unutturan ağrılar: Okumayı, yazmayı, düşünmeyi.



Dün karaciğerimin ultrasonu çekildi: Küçük lezyonlar küçülüyormuş. Büyük lezyonlarda değişiklik yokmuş. Ama hastalığın seyri stabl haldeymiş. Ayrıca yüzüme bakıldığında iyi görünüyormuşum.



Hastalığımın ardında bilmediğim, görmediğim hikmetlerin gizlendiği muhakkak. O yüzden ağrılara karşı ağırbaşlı, tahammüllü, anlayışlı olmaya çalışmalıyım. Hoş tutmalıyım onları. Çünkü, onların içimde açtıkları yalnız bana ait pencereler var: O pencerelerden görebildiklerimi anlatmaya gücüm yetmese de.”



Acılarının içinden geçemediğim ama akranı, akrabası, meslektaşı, sırdaşı, yoldaşı, refakatçisi olabildiğim, hayatımda tam hakkını vererek kavga edebildiğim tek dostum Ramazan Dikmen'e rahmet diliyorum.


#Ramazan Dikmen
7 yıl önce
Bir dostun acısının içinden geçememek
Dijital uygarlığın insanlığı çarmıha gerişi: “Oynayan insan”ın insana oyunu!
Osmanlı mûsikîsinin kadîm kökleri
Kara dinlilerle milletin savaşı
Demografik dönüşüm
Evvelbahar