|
Bir iade-i itibar hikayesi
Eflatun Cem Güney
, gerek yalnızlığı gerekse ömrünün yeterli gelmeyişi nedeniyle, “halk eserlerini bir vatan gibi koruyacağımız günler gelmiştir” sözünün tam karşılığını oluşturamamıştı.


Bunun, halk hikayelerinin tamamını değilse de (ki bu oldukça zor bir iştir), onun içinde önemli bir yer tutan aşk hikayeleri derlemesiyle,

N. Ahmet Özalp

'e nasip olduğunu söyleyebiliriz.



Özalp, uzun, yorucu ve yoğun bir çabayla, Anadolu'da yayınlanmış aşk hikayelerini derleyip, eksikliklerini Azerbaycan'daki nüshalarından gidermiş ve böylece oluşan metinler

Aşk Gölünde Yüzen Canlar – Klasik Aşk Hikayeleri Külliyatı

adıyla 3 cilt halinde

Büyüyenay Yayınları

arasından kitaplaşmış.



Halk hikayelerinin CHP devrinde maruz kaldığı muameleyi bilenler için bu aynı zamanda

sivil bir gayretle gerçekleştirilmiş bir iade-i itibardır

. Bunu sağladıkları için N. Ahmet Özalp'e ve Büyüyenay Yayınları'na (

Mustafa Kirenci

'ye) teşekkür borçluyuz.



Peki, neler gelmişti halk hikayelerinin başına?



Özalp'ın, kitabın sunuşundaki verdiği bilgileri esas alarak aktaracak olursak:



Kazım Karabekir

'in 1922'de Maarif Vekaleti'ne yazdığı mektup bu konuda sonun başlangıcını oluşturmaktadır.



Karabekir bu mektubunda şunları söylemektedir: “Anadolu'nun hemen her köyünde ve hatta kasabasında bilhassa şark mıntıkası dahilinde eskiden kalma üstün esreli Battal Gazi, Köroğlu, Aşık Garip kitapları okunmaktadır. Halkın elinden bunları kaldırmak çok zaman için gayr-i mümkündür. Bu gibi kitapların yazıları arasına ayni vezin ile faydalı satırlar ilavesi pek muvafık olur. Bunların vatan muhabbeti, hissiyat-ı diniye, cengaverlik, binicilik, nişan, güreş gibi sair idman hususatını, hıfzıssıhha, iktisad gibi şeylerin içtimai fena adetlerimizi gidermeye saik şeyler olmasına dikkat olunmalıdır. Bu tarzda ilavelerden sonra nam ve isim ve tarz-ı tabı ile birçok nüshaların her tarafa neşrini arz ve teklif ederim.”



Özalp, Maarif Vekaleti'nin Karabekir'i cevapsız bıraktığını belirterek, şu bilgileri veriyor: “Fakat kimi yazarlar Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte durumdan vazife çıkararak halk hikayeleri üzerinde oynamaya başlarlar. Üstelik bu oynamalar, kimi çıkarma ve değiştirmeler biçiminde, diğer bir deyişle bir tür sansürleme biçiminde kendini gösterir.”



Süleyman Tevfik

,

Muharrem Zeki

ve

Selami Münir

… “(B)enzer çalışmalara imza atarlar. Bu çalışmaların ortak özelliği kimi “hurafeleri” çıkarmak, çıkaramadıkları yerlerde 'Bunlar hurafedir, temsildir, inanmayın!' gibi notlar eklemek, 'dini unsurları' yok etmek ya da etkisizleştirmek, 'müspet taraflar'ı güçlendirmek biçiminde özetlenebilir.



Asıl öldürücü darbe ise devlet projesiyle gelir. 1937 yılında “Dahiliye Vekaleti'nin yayımladığı genelge ve Matbuat Umum Müdürlüğü'nün yayıncılara gönderdiği yazıyla uygulamaya konulan bu projeye göre, halk hikayeleri eski ve bayat bir zihniyetin, yaratılmak istenen yeni insan idealine aykırı bir ideolojinin ve geleneğin ürünüdür; üstelik bunlar arasında hurafelerle dolu olan; irticayı telkin eden kitaplar da bulunmaktadır. Bu kitapların yaygın biçimde okunması engellenemediğine göre yapılması gereken neydi? Halkın değerleriyle taban tabana zıt biçimde yapılanan ve konumlanan devletin bulduğu çözüm bu kitapları dönüştürmekti. Söz konusu genelgede projenin amacı, dolayısıyla yapılması gereken şöyle dile getiriliyordu: '…yukarıda adı geçen ve halkın gayet iyi tanıdığı tipleri de yepyeni mevzular içinde kullanmak ve böylelikle halkın alışık olduğu kahramanları yeni Türk inkılap ve medeniyeti gayelerine uygun telkinler yapan maceralar içinde yaşatmak…”



İşin gelip dayandığı yer ise, Özalp'in nakledişiyle,

Peyami Safa

'nın vurguladığı şeylerdir: Nasrettin Hoca'ya smokin giydirmek, Leyla ile Mecnun'a tango oynatmak, Köroğlu'nun yüzüne bir zehirli gaz maskesi geçirmek, Keloğlan'ın sevgilisini Zümrüdü Anka'nın sırtından alıp tayyareye bindirmek ve Paris'teki 1937 sergisine götürmek…



Hiç karşı çıkan olmamış mı diye sorarsanız, olmuş aslında. Özalp,

Hüseyin Cahit

,

Nurullah Ataç

,

Peyami Safa

ve

Pertev Naili Boratav

'ın isimlerini zikrediyor ama muhatap devlet olunca kimi gücü neye yetebilir ki…



Halk hikayelerinin maruz kaldığı (naklettiğimiz ve şimdilik zikredemediğimiz) bunca baskıdan, yasaklamadan, sansürden, değiştirmeden sonra, asıllarına uygun olarak halka yeniden sunulmaları da bir iade-i itibardan başka neyle ifade edilebilir ki…



Eflatun Cem Güney'in adı ve çabası işte burada önem kazanıyor. Ancak onun bireysel gayretleri

Aşık Garip

,

Tahir ile Zühre

ve

Kerem ile Aslı

hikayelerini yayımlamasından ibaret kalıyor.



N. Ahmet Özalp ise 1937'den 2016'ya, yetmiş küsur yıl sonra, aşk temalı halk hikayelerini halka yeniden sunuyor.



Nasıl sunduğunu da izleyen yazımızda anlatalım inşallah.


#Eflatun Cem Güney
#Hüseyin Cahit
#Nurullah Ataç
#Peyami Safa
8 yıl önce
Bir iade-i itibar hikayesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset