Çünkü, “
” buyuran Peygamber'e inanıyor ama “Batı edebiyatında fayda, edebiyatın kendisinden ibarettir” tembihine itibar ediyorduk.
Edebiyatlara, kendi hakikatlerinden (oluş ve eyleniş tarzlarından) bakarak, benzerlikleriyle değil birbirlerine göre
nüfuz etmemiz söz konusu çelişki nedeniyle pek kolay olmadı.
Çünkü asıl sorunun edebiyat – fayda ilişkisinden çok, bunu da içkin olan
-lenme anlayışından doğduğunu geç öğrendik; Batı merkezli bilginin
(bkz.:
), İslam merkezli bilginin ise
(bkz.:
) kaynaklandığını bilenler bize geç duyurdular seslerini.
Edebiyatla bir faydayı gözetmenin, onun kendi hakikatine bağlı bir durum olduğunu, tıpkı bir varlığın hakikatiyle uyumlu olmayan davranışların, varlığın kendisine zarar vermesindeki gibi, mezkur konudaki zorlamaların da edebiyata zarar verdiğini
gün, Batı edebiyatındaki faydasızlık hakikatinin de son tahlilde nasıl bir faydaya bağlandığını daha iyi anlamaya başladık.
Geldiğimiz bu sonucu,
'ın (Mehmet Kanar tarafından Türkçeleştirilmiş)
'sinden yapacağım bir alıntıyla pekiştirmek isteriz:
“Vaktiyle bir yerde bir fırıncı vardı/ Fırıncı Şiblî'nin bir macerasını işitmişti
Onun şöhretini çok duymuştu / Ama onun yüzünü hiç görmemişti
Onun şevkiyle çok oturmuş, beklemişti / Onun daimi aşıklarından biri olmuştu
O, görerek aşık olanlardan değildi / Aksine duyarak aşık olanlardan biriydi
Bir gün sıcak basmışken Şiblî / Alelacele uzaktan çıkageldi
O fırıncıya gitti; ondan haberi vardı / O fırından bir somun ekmek aldı
Fırıncı onun elinden ekmeği çekti / 'Hey yoksul! Ben sana ekmek vermem' dedi
Ekmeği vermeyince, Şiblî yürüdü gitti / Birisi fırıncıya onun hakkında bilgi verdi
O Şiblî'dir; sen uyumlu biriysen / Neden bir somun ekmeği geri alırsın?
Fırıncı çöle kadar koştu / O üzüntüyle elini ısırıyordu
Yüz kez yalvararak ayağına kapandı / Her an bir başka elini tuttu
Çok özür diledi; ona saygı gösterdi / Yaptığını telafi etmeye çalıştı
Şiblî onu yola gelmiş görünce dedi: / Yaptığının affedilmesini istiyorsan
Git, yarın davet et bizi / Açıkça toplu yemek ver
Velhasıl fırıncı derhal gitti / Yüksek bir kasrı süsledi, bezedi
Güzel bir ziyafet sofrası hazırladı / Bu iş için yüz altın dinar harcadı
Hiçbir şey esirgemedi, elinden geleni yaptı / Başka birisi onun yaptıklarını yapamazdı
Her cinsten insana haber verdi / 'Şiblî bize gelecek dedi
Nihayet herkes geldi, sofraya oturdu / Şiblî duayı okuyunca yemeğe koyuldu
Coşkulu biri vardı, aziz biri / O sırada Şiblî'ye bir şey sordu
Ben ne güzellik ne çirkinlik tanırım / Söyle bana cennetlik kim, cehennemlik kim?
Şiblî o ahîye cevap verdi / Görmek istersen cehennemlik birini
Bak bizi davet eden adama /
/ Ama bizim için yüz dinar verdi
Şiblî için yüz cereme çekti / Allah için kıyamete kadar vermez bir somunu
Kabalık etmeden bir somun verseydi / Cehennemlik olmaz, cennetlik olurdu
Şimdi cehennemlik istiyorsan, bak ona / Karart onun ekmeğini, suyunu
Sen de cehennemlik olmak istersen / Öyle yap, böylece cömert adam olursun
Allah'a ihlas ile ibadet edersen / Çaba göster, böylece riyadan arınırsın
Bir köpekten kaçınır, uzak durursun / Ama Hak için kaçınmazsın, işte sana kîfir!”
Elbette, Attar'ın bu şiiriyle sağlamak istediği faydayı doğru okuyabilmek için önce
'yi bilmek ve
gerekir.
Sonra sıra, edebiyatın fayda üretme(me)k sorunu üzerine düşünme(me)ye gelir.