|
“Şehrin gizli dili”

1. Uluslararası İstanbul Trienali, “Şehrin Gizli Dili” başlığıyla 2 Eylül''de meraklılarına sunuldu.

Şimdilik ne “trienal” kelimesine takılalım, ne de katılan yabancı bir sanatçı olmadığı halde onun “uluslararası”lığına...

Ama trienalin Ajans 2010''la bağlantısı nedeniyle şuna takılalım: Bu trienal, bundan böyle, Beral Madra''nın “Bakın, biz kimseyi dışarıda bırakmıyoruz, işte ''bağımsızları'' da destekliyoruz; anlayınız artık kıymetimizi” muhabbetlerinde şıra kıvamında bir “istismar aroması” olarak yer alacak demektir.

Bu “zorunlu” kaydı düştükten sonra gelelim trienale.

Küratör, kendisi de resme büyük emek veren bir sanatçı: Hülya Yazıcı Aktaş!

“Farklı disiplin”lerde üretim yapan Rauf Tuncer, Ayşe D. Taşkent, Ufuk Duygun, Taci Küntüz, İpek Şenel, Recep Akar, İlhami Atalay, Hilal Küntüz, Fatma Yıldız, Davut Özgül, Melike Demirkaynak, İdil Saliha, Emel Erkan, Kıvanç Başkan, Özlem Güzelyurt, Nihan Oğuz, Akbars, Meryem ile Vildan Yabanigül, Emel Nekay, Sena Aktaş, Birsen Kar, Hüseyin Genç, Serap Sönmez ve Hülya Yazıcı Aktaş''ın “Şehrin Gizli Dili”ni “gösteren” ya da en azından ona “dokunan” eserleri yer alıyor.

Bu “gösterme”nin ya da “dokunma”nın boyutunu kim belirlemiş bilmiyorum ama küratör olarak Aktaş''ın sanatçıları serginin içeriği konusunda “bilgilendirebileceği”ni ancak onları “koşullandıramayacağı”nı sanmakla birlikte, söz konusu boyutun “sınırlı” kaldığını belirtmek istiyorum.

Şöyle ki, şehir “dişi”dir; gündüz “iyiyi ve kötüyü” doğurur, gece “kötüyü ve iyiyi”. İkisi de “hayatın içinde” yeraldıkları için, bu dengedeki bozulma diğer hayatî konulardaki bozulmayla eş değerdedir.

Demem o ki, şehir''in gecesi''ni sadece zulmet (karanlık) olarak görmek ve göstermek, hayatın gece''de sürmediği şeklinde yanlış bir kanaatin nedeni olacaktır. Bu yanlışlık şehir''in gecesi''ndeki gizli dili iptal eder; ayyaşların, sokak çocuklarının, çaptan düşmüş aktristlerin, gece vardiyacılarının, barların… yer almadığı bir şehir, “bilinçli olarak tasarlanmış” bir zulmet''le perdelenmiş demektir.

Bu eksikliği, “Köratör”ün dünya görüşü ile ilişkilendirirsek, onun “samimiyet”ini de kendiliğinden vurgulamış oluruz. Bir Müslüman olarak Aktaş, doğal olarak şehrin “kendi”since bilinen “yüzünü” yansıtmayı “seçmiş” olabilir.

Ancak, konu “Batı sanatı ve Batılı [gibi] sanatkârlar” olunca bu “samimiyet” tartışılır hale gelmez mi? Bunun üstünde düşünmek gerekir.

Öte yandan, kimi çalışmaların da “şehrin gizli dili”indeki söz konusu “sorunluluğ”a katkıda bulunduklarını görmezlikten gelmek mümkün değil.

Örneğin, Sena Aktaş''a ait çalışma: Hayat Ağacı.

Demir konstrüksiyon, askı, balon ve beyaz bez''den üretilen Hayat Ağacı, cinselliğin “kevn ve fesad”ına mahsus bir metafora yaslanıyor. Asıl tanrısallığıyla “değerli” olan cinselliğin, şehir ortamında ne denli örselendiğini, sömürüldüğünü ve dolayısıyla “değersizleştirildiğini” anlatıyor; bezin biçiminden, el şeklindeki şişkin ve pörsümüş balonlara kadar her malzeme söz konusu değersizleştirmeyi ifşa ettiğinden, ürün, “acımasız gerçekliğiyle” “seyr eden”de neden olduğu ürküntü aracılığıyla nazarı kendisinde toplayabiliyor.

Ama bu çalışma şöyle de okunabilir: semavi ve beşeri dinlerin tümünde önemli bir yeri olan “Hayat Ağacı” kavramını, salt “örselenmiş cinsellik”te toplamak doğru bir tutum değildir. İbn Arabî''den, Konevî''ye Mevlâna''dan, El-Cîlî''ye, Şebüsterî''ye… üstün akıl sahiplerinin üstünde zihin yordukları Hayat Ağacı''nın enstalasyon (gibi) bir ürünle “popülize edilmesi” izah edilemez ve bu adlandırma Sena Aktaş''ın, ontolojik/tasavvufî bilgiye karşı kayıtsızlığının bir göstergesi sayılmasa da muhtemel cehaletine yorulabilir.

Kıvanç Başkan''ın “isimsiz” kuru kalem çalışmaları da bir âlem… Şehre ilişkin “çocuksu lekeler”den ibaret bu çalışmalar “çocuksu” oldukları için değil, “çocuksuluk rolü” oynanarak yapıldıkları için sıradanlaşıyorlar.

Bunlara rağmen İpek Şenel, İlhami Atalay, Hülya Yazıcı Aktaş, Fatma Yıldız, Emel Nekay, Özlem Güzelyurt, Emel Erkan ve Davut Özgül''ün çalışmaları da “seyr keyfi”nin ötesinde, gerek teknikleri gerekse “zihni zorlayan” düşünsel içerikleriyle izlenmeyi, okunmayı ve yorumlanmayı da hak ediyorlar.

Sonuç olarak, 1. Uluslararası İstanbul Tirenali - “Şehrin Gizli Dili”, temsiline niyetlendiği “dil”deki eksikliğe ve tarzlarından çok niyetleriyle sorunlu olan kimi çalışmalara rağmen, “Bağımsız Sanat Derneği”ne mensup sanatçıların da “nihayet” bir trienalle görünebilmeleri açısından olumlanması gereken bir çaba olarak öne çıkıyor.

Trienal''de yer alan çalışmalar “bilinçli bir sıralanmışlık”tan çok, “zorunlu bir sıkıştırılmışlık” havası verseler de Küratör Aktaş''ın, sergiye tahsis edilen alanı en optimal şekilde kullanma “gayreti” bile onun tebrik edilmesini gerektiriyor.

14 yıl önce
“Şehrin gizli dili”
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı