|
Fantastik ya da aslında kaşık yok!

Batı''da yaygın bir edebi tür olan "fantastik"in, bizdeki popüler macerası son on beş yıl içindeki dört filmle sınırlıdır: Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Matrix ve Avatar.

Laikliğin ve materyalist dünya görüşlerinin etkisiyle edebiyatta neredeyse bir puta dönüşen gerçekçiliğe karşı, çoğunluğu Doğu edebiyatlarına da vakıf olan büyük sanatçıların duyduğu tepkinin bir sonucu olarak ortaya çıkan fantastiğin yeni bir tahkiye biçimi olması son tahlilde Batılıları ilgilendiren bir durum olmakla bizim dikkatimizin dışına düşer.

Diğer bir söyleyişle Batı''nın, seküler gerekliliklerle yıktığı dinî mitlerin yerine, dünyevî mitler üretme çabası, kendi içinde makul bir çabadır.

Bu uğurda, sanat ve edebiyatın mit üretiminde en etkili araç olmasından hareketle, gerçekçilik mutfağının yanına zorunlu olarak fanstatik mutfağını ekleyivermesi, Freud''un bilimsel(!) çalışmalarıyla kutsadığı bu mutfakta üretilen fantastiğin, sanat teorisyenlerine yeni çalışma alanı açması da yine Batı açısından doğru ve gereklidir.

Konuya böyle bakınca, Hoffmann ve Goethe başta olmak üzere fantastik türünde eser veren Batılı sanatçıları ve onların bu türle ilgili görüşlerini zikretmemize hiç gerek kalmaz.

Bizim bu müstagni duruşumuz şu anlayışımızla ilgilidir: Rüya görmek, hayal kurmak, vehim üretmek… İnsanı insan kılan niteliklerdir. Bu manada insan için elin, gözün, yüzün, saçın gerekliliği neyse rüyanın, hayalin, vehimin gerekliliği de odur. O nedenle biz ne sadece gerçekliğin, ne de sadece rüyanın belirlediği bir tahkiyeyi düşün(e)meyiz; idrakimize göre o bunların toplamından oluşur. Ki bunu şöyle de formüle edebiliriz: Bizim gerçeğimiz rüyamız, rüyamız gerçeğimizdir.

Bu yüzden Türkiye özelinde popüler manada fantastik dendiğinde de yine modern fanstastiğin ilk yerli temsilcileri olan Fahri Celal Göktulga, Fikret Ürgüp vd. isimler ilk planda hatırlanmadığı gibi, kimi yazarlarca "büyülü gerçekçilik", "rüya estetiği" gibi son yıllarda nefasetli bir sakız niyetine çiğnenen kavramların edebi planda nazariyatını yapmaya da -başta onu çiğneyen yazarların kendileri olmak üzere- kimse cesaret edemez.

Çünkü biz onca Batılılaşma operasyonlarına muhatap olmamıza rağmen, bu süreci henüz yaşamadık; fantastik olan ve olmayan ayrımına gitmediğimiz gibi, bu konuyu teorik planda dişe dokunur seviyede çalışmadık.

Ancak yukarıda adlarını zikrettiğim filmlerin etkisiyle fantastiğe popüler düzeyde bir ilginin zuhuru ona zihin yormayı da giderek zorunlu kılıyor.

Bu zorunlulukla yapılan bir çalışma geçtiğimiz günlerde Ötüken Yayınları''nca kitaplaştırıldı. Yazarı: Gönül Yonar. Kitabın adı: "Türk Edebiyatında Fantastiğin Kökenleri – Harikulade ve Olağandışı"…

Kitabın adı ilk bakışta "Batıda olan bizde de var" mantıyla yapılmış bir çalışma zannını uyandırsa da, yazarın kitabı hakkında verdiği ilk bilgilerden böyle olmadığı hemen anlaşılıyor.

Yonar, fantastiği bir edebi tür olarak incelemeyi tercih ettiğinden, mitoloji, destan ve kıssanın edebiyatla olan göbek bağını esas alıp, fantastik türünü geniş bir zaman ve mekan üstünden yerli edebiyatla da örneklendirerek anlatmaya çalışmış.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi fantastik konusunda "yerli" çalışmaların olmayışı, Yonar''ı öncelikle kuramsal bir çerçeve oluşturmaya (konunun sınırlarını belirlemeye) sanki mecbur bırakmış. Bunu gereğince yapabilmek için de seküler dünyadaki mevcut bilgilere teveccüh etmek durumunda kalmış.

Bu teveccühe teoloji planında itirazların olabileceğini öngörmesine ve din özneli değil kültür / edebiyat özneli bir çalışma yapmak istediğini vurgulamasına rağmen, yine de fantastik konusunda öncelikle netleştirilmesi gereken Doğu ile Batı arasındaki mütekabiliyet sorununu, diğer bir söyleyişle "zıtlığı" kapalı bırakması, bunca kapsamlı bir çalışma için bir eksiklik oluşturmuş.

Yonar''ın bu tutumunu bir yanıyla makul de görmek gerekiyor aslında. Örneğin, bir yanda fantastik eser yazmak gibi dertleri olmayan, gerçeklik ve fanstastik ayrımından müstagni olan Filibeli Ahmed Hilmi ve Hasan Aycın, diğer yanda kendilerini modern fantastiğin lejyonerleri olarak gören İhsan Oktay Anar ve Nazlı Eray… Ve bunları tek bir başlıkta yani "Türk Edebiyatı" başlığı altında birleştirmek… Birleşmeyen uçları zorla birleştirmeye kalkışmak da yeni tanımlama sorunlarının doğmasına neden olurdu kuşkusuz.

Söz konusu zıtlığa göre bir çözümlemenin yapılamadığı yerde, "sentez" arayışı zorunlu hale gelir. Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle "İslamî edebiyatlarda fantastik yoktur!" anlayışını izlemek, edebi bir tür olarak fantastiğin konuşulmasını zait hale getireceğine göre, siz onu konuşma zorunluluğu duyduğunuzda düşünsel bir karmaşaya –bir yere kadar- rıza göstermeyi seçmişsiniz demektir ki, Yonar da bunu yapmış sonuçta.

Elbette, "Türk Edebiyatında Fantastiğin Kökenleri" Yonar''ın ilk kitabıdır. Yazar, ilk çalışmasını fantastik gibi çok problemli bir alanda yapma cesareti göstermekle tebrik edilmeyi hak etmiştir.

Gönül Yonar''ın bu ilk kitabında sunduğu zengin bilgiler bizim kazancımızdır; onun ileriki zamanda da yine fanstastik üzerine konuşarak bizleri yeni kazançlardan yoksun bırakmayacağını umuyorum.

13 yıl önce
Fantastik ya da aslında kaşık yok!
"Zirve takipte"
Bu hafta LGS haftaya YKS var
İhtiyacın zaruret sayılması (son)
‘Türkiye sadece Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir’
Bu rezil manşeti kim attırdı?