|
Geç kalmak

Biz edebiyat müptelaları edebî bilgimizin ancak mimarî, mûsıkî ve resim bilgisiyle yetkinleşecebileğini çok geç anladığımızdan şikayet ederiz.

Aslında edebiyat bilgisinde bir seviyeye eriştikten sonra söz konusu bilgilere ihtiyaç duyuyor da olabiliriz ama bu ihtiyacı daha çok orta yaşlarda fark ettiğimizden geç kalma duygusu yakamızı bırakmaz hiç.

Bu arada mimarî, mûsıkî ve resim bilgisini edindikten sonra geç kalma duygusunu yenebildiğimizi de asla düşünmeyiniz çünkü hayat dediğimiz şey ona mahsus bilgilerin toplamından daha büyüktür ve ölmemiz bir tamamlanma değil, bu dünyaya mahsus bir tamamlanmamışlığın tamamlanmasından ibarettir.

Ayrıca, bu geç kalışta maruz kaldığımız kültürel değişmenin olumsuz etkilerini de küçümsememek gerekir. Bizimle aynı kaderi paylaşan (diğer bir söyleyişle kendi kaderlerini bize dayatan) Tanzimat ve Meşrutiyet münevverleri en azından üç dilin üzerine doğdukları için bizlerden çok daha şanslıydılar; biz, bırakın üç dili kendi anadilimiz üzerine bile değil, kabile diliyle kuşatılmış bir dünyaya doğduk.

Örneğimizi mûsıkîden seçelim mi?

"Bezm-meyde sâkiyâ devr eylesin mül, gül gibi

Bülbül etsin şâd-hezârân nağmesin gûl, gûl gibi

Ber-taraf kıl ruhlerinden turra-i müşkînini

Gülistanda olmaya rağbet güle sümbül gibi"

Bu güfteye kaç kişi aşinadır ve kaç kişi bilebilir bu eserin makamını?

Şunu hemen belirteyim ki, kayıplarına ağıt yakan biri olmadığım gibi ağıtçı tiplerden de hiç hazzetmem. Elbette -biraz aşağıda nedenlerinden birine değineceğim- kayıpları yaşadık, hatta yaşamaya da devam ediyoruz ancak zorunlu toplumsal etkiler bir yana, bizler kaybetmeye teşne olmasaydık en azından daha az şeyi kaybeder veya kaybettiğimiz şeyin bilincine ererek onu başka bir şeyle telafi etme yönüne giderdik. Arslan tavrını değil koyun tavrını tercih edenlerin şikayete, ağlamaya hakları yoktur. Bu nedenlerle aşağıda söyleyeceklerimin bir "keşke" sızlanışından kaynaklanmadığını, bir durum tespitinden ibaret olduğunu iletmiş olayım.

"Kaç kişi" diye sormuştum yukarıda, eminim ki o eserin güftesine aşina olan, makamını bilen insan sayısı bir elin parmak sayısını geçmeyecektir.

Neden? diye soracak olursanız, bunun cevaplarından biri tabasbuslarını geçim aracına dönüştüren, kendi bireysel menfaatlerini, makam talep ve kaygılarını her değerin önüne alan kişilerde gizlidir.

Örneğin, Musa Süreyya ile Zeki Üngör, 1926''nın Mayıs ayında Millî Eğitim Bakanlığı''na Dârülelhan adlı kurumun "bugünkü kültürümüz için gereksiz olan Türk mûsıkî''sinden arındırılarak adının İstanbul Konservatuarı''na çevrilme" önerisini de içeren bir rapor vermeleri üzerine, "mûsıkînin fenni esaslara göre geliştirilmesi için çare ve tedbir düşünme" ödeviyle Musa Süreyya, Cemal Reşit Rey ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu''nun yer aldığı bir kurul oluşturuluyor.

Bu kurulun maharetlerini, merhum Çinuçen Tanrıkorur''un Dergah Yayınları arasından çıkan "Müzik Kültür Dil" (2009) adlı kitabından okuyabilirsiniz; ben sadece malum sonuçlarından birini burada zikredeceğim:

Kurul somut kararlar üretmekte çok gecikince, "Bu mûsıkî bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır" deme gücüne sahip olanın emriyle 2 Kasım 1934 tarihinde mûsıkîmiz (türkülerimiz dahil) yasaklanıyor.

Bu yasağın iki yıl kadar sürmesi, elbette asırlara yaslanan mûsıkîmizin hemen unutulmasını gerektirecek bir durum değildir ancak bu yasak, "Adana Adana olalı böyle zulüm görmemiştir" vb. meşhur değerlendirmelere de neden olan Klasik Batı Müziği''ni devlet eliyle ve elbette işin içine devlet girince "zorla" dinletme faaliyetlerinin de başlangıcı oluşturuyor.

Bu yüzden, son yetmiş beş yıl içinde üç-beş şair, romancı ve öykücüden başka edebiyatın mûsıkî ile ilişkisini kurabilecek yazar yetişmiyor ki, yetişenlerin adı da "Kırtıpil"e, gericiye, yobaza çıkarılıyor.

Yukarıdaki "geç kalma duygusu"na tekrar dönecek olursak, sistemin içinde var olma ve bu etkiyle zora girmeden, fazla zaman harcamadan, daha da önemlisi sistemin dayattığı bilgiyle çatışmadan öne çıkma, tanınma gayretiyle en az kırk yılımızı harcayıp, ancak bundan sonra yaptığımız edebiyattan mutmain olmayarak bir şeylerin farklı olması gerektiğini düşünmeye başlıyoruz ve o anda düz edebiyat bilgisini mimarî, mûsıkî ve resim bilgisiyle destekleme telaşına düşüyoruz ama demir tavında dövüldüğü için ne eski yanlışlarımızı tam düzeltebiliyoruz ne de yanlışı olmayan yeni şeyler üretebiliyoruz. Sadece "doğru şeyler bilen adam olarak ölme" unvanına kavuşuyoruz.

Bu unvan, ahirette işimize yarayacağından çok kuşku duysak da en azından söz konusu bağlamda gençlere bir şeyleri tembih etmemize yarayabilir.

Peki, orada kimse var mı?

12 yıl önce
Geç kalmak
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak