|
Gelenek sömürgenleri için, yeniden...

Mithat Şen, hayatın özünü ve işleyişindeki iç-dinamikleri resmeden bir ressamdır…

“Ladini” biri olduğunu söylese de metafizikle fiziğin ortak salınımında odaklanır sanat anlayışı ve bu yüzden resimleri ontolojik planda “kutsal” olanla irtibat halindedir…

“Bana göre böyledir” demeliyim aslında. Çünkü, sanat eseri sadece yorumlanır, hiçbir zaman tüketilemez.

Bu vargılarımda, Zeynep Sayın''ın Şen resimleri ile ilgili okumalarının etkisi büyüktür. Ayrıca, Şen''in sanat ve sanatsal etkinlikler konusundaki düşünceleri de benim için hep “birinci derecede” önemli olmuştur.

Ayşegül Sönmez, Şen''le,”İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı”nın katkılarıyla gerçekleşen İstanbul Modern''deki “Gelenekten Çağdaşa”adlı sergi üstüne konuştu (Bkz.: Radikal, 04.03.2010).

Doğan Hızlan''la Zeynep Sayın''ın yazılarından hareketle, son yazımı bu konuda yazmıştım zaten.

Şimdi, Şen''in kimi sözlerinden hareketle konuyu bir daha ele almak durumundayım.

Öncelikle, benim geçmiş yazılarımdaki,

“Muhalefet” vurgumu amuda kalkarak okuyanlara,

“Gerek” nakaratı üstünden, pehlivan tefrikası gibi “güya” kültür politikası yazıları döşenen ilgi dilencilerine olan tepkimi, solcu kayırması olarak anlayan zavallılara,

“Sanatın dini yoktur, sanatçının dini vardır” sözüme duydukları kızgınlık yüzünden dudakları çatlayan yarım İslamcılara,

Şen''in söyleşisini okumalarını tavsiye ediyorum ki, bu vesileyle, bir sanatçı nerede ve nasıl durmalıdır, neden muktedirlere mesafeli olmalıdır, nasıl bir muhalefeti temsil etmelidir, bunu bir de Şen''den öğrensinler.

Sönmez''in, “Gelenekle sanat yaptığını iddia edenler derler ki ''ben ona çağdaş bir yorum getiriyorum''. Bu mümkün mü olan bir şey midir?” sorusunu söyle cevaplıyor Şen:

“Asla. Bunu modacılar yapabilir. Ne yorumu ya... O kendisi var olur. Bir resimleri asıyorsun bir de nereden kaynaklandığını asıyorsun. Böyle bir konsept var mı yahu? Duvarları boyamayı öğrenmişler anladık. 1980''lerden itibaren Batıda tartışılan konu niye birdenbire buraya geldi? Nereye göz kırpıyoruz? Birincisi iktidara, ikincisi yine Batı''yadır. İslamla filan bir alakası yok. Suistimal o yüzden söz konusudur. İslam deyince heterodoksi mi, alevi mi, sünni mi? Bir mümin böyle bir şey kabul eder mi? Ben ladini bir adımımdır ama bir Müslüman bundan hoşnut olur mu?”

Ben de geçen yazımda çoğunlukla “gelenek” kavramının tahrip edilişine, bir kitsch biçimi olarak uygulanışına vurgu yapmış ve söz konusu sergiye kaynak sağlayanları bir açıklama yapmaya davet etmiştim.

Etmiştim çünkü, bir Müslüman olarak, geleneksel değerlerimin sanat adına sömürülerek, tahrif edilerek, ''kitsch''leştirilerek “pazarlanması”ndan hoşnut değilim…

Ne Hz. Ali''nin, ne de hat başta olmak üzere geleneksel sanatlarımızın, Şen''in vurguladığı şekliyle “vav”ın boyanması ile çekilmesi arasındaki farkı bile bilmeyenlerce istismar edilmelerine, dünya görüşüm gereğince rıza gösteremiyorum.

Şen''in, “Bu sergi bir defanstır. Bu sergiye katılan arkadaşları bu defansa katıldıkları için kınıyorum. Mesafesizlik pornografiktir” sözlerini, bir adım daha ileride, “Bu sergi sanatsal planda bir piçlik gösterisidir, tümüyle pornografiktir” şeklinde söylemeyi bir sorumluluk olarak biliyorum.

Çünkü, gelenek, kendi biricikliğinin dışında bir şeye dönüştürülemez, kendi varoluşundan başka bir varoluşu temsil etmez.

Bu yanıyla geleneğin “dönüştürülebilir”liğinden , Vav''ı çekmeyip, içi boyanacak sıradan bir harf olarak kullanmayı anlıyorsak, sadece kitsch üretiyoruz demektir. Ancak dönüştürülebilirliği, hayatın kendi içsel zorunluluğu olarak kendiliğinden kaçınılmaz ve kesintisiz bir sızış olarak anlıyorsak, geleneğin varoluşu karşısındaki edilgenliğimize etkin bir tanımlama çabası güdüyoruz demektir.

Benim evvelemirde söz konusu sergiden hoşnut olmayışımın nedeni budur.

Sergideki resimlerin büyük bir bölümü, ne sünni, ne alevi, ne de heteredoks olarak Müslümanca bir paradigmayı temsil etmedikleri gibi, bilakis onu tarihî boyutlarıyla tahrife, tahfife, istiskale yeltenmiş resimlerdir.

Küratör Levent Çalıkoğlu, nasıl bir sanatsal ihanet içinde olduğunun farkında değildir. Şen''in “Böyle bir serginin küratörü olsam, serginin selameti için Ömer Uluç''a ihtiyaç duyardım” yönlendirmesi de kurtarmaz bence Çalıkoğlu''nu. Acil olarak cehaletinden dolayı pişmanlığını açıklaması ve sergiye son vermesi gerekir.

Ayrıca, başta Beral Madra olmak üzere, bu sergi projesini onaylayan ajans sorumlularının kaynak ve zaman israfının hesabını vermeleri elzemdir.

Çalıkoğlu ve Madra gibi, çayda çıra oyma kabiliyetinden bile yoksun olanların bu tip işlere nasıl “konduklarını” da günü gelince yazacağım.

14 yıl önce
Gelenek sömürgenleri için, yeniden...
Kadrolu ve sözleşmeli personel arasındaki farklar ve düşündürdükleri
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim