|
Gerçekler unutulur ama yok edilemez

Adımız insan, unutmak anlamındaki nisyan kelimesiyle aynı kökten geliyor.

Unutmamak geçmişe saplanıp kalmak demek.

Unutmaksa ancak yaşamakla edinilebilecek tecrübelerin kaybolması; iradenin, örneklerinden yoksunlaşarak ferdileşmesi ve fevrileşmesi!

Hasılı unutmakla unutmamak, insani bir paradoksun temel dinamikleri!

Gerçi, bizim toplumumuzdaki tarihsel hafızasının on yedi günle sınırlı olduğunu keşfetmiş araştırmacılar. Yani bizim için problem yok; biz unutmak istemesek de on yedi gün sonra zaten unutuveriyormuşuz.

Bunu doğru saysak; kendi toplumsal hafızamızın bir özelliği olarak makulleştirmeye çalışsak da, öyle gerçekler var ki
bir mıh gibi çakılıp
kalıyor aklımıza.

İşte 17 Aralık 2013 tarihi! 15 Temmuz’daki silahlı darbenin ön hazırlığı olan bu tarihin üzerinden yedi yıl geçti. Onu unuttuk mu? Aslında evet! Yoksa “FETÖ örgütü yargılamalarında daha insaflı olunmasını” tavsiye edebilen 70’lik şişelere nasıl tahammül edebilirdik?

Ama yine de bütünüyle unutmadık ya da ben böyle umuyorum; en azından tarihin onu unutmayışı bir tür teselli armağanı gibi görünüyor.

Bu bağlamda ve bu vesileyle 24.12.2013 tarihli şu yazımı hatırlatmamın yararlı olacağını sanıyorum.

Erken dağılmış bir yapbozun parçalarını doğru yerleştirilenlere, konu memleket ve millet olduğunda
unutmayı unutanlara
da bir selam olması dileğiyle...
“Bağırmana gerek yok çelebi!

Tiyatronu gördük; rol kabiliyetini teslim ettik; bedduanı ve ona ‘amin’ efektleriyle katılanları duyduk!

Hem bizler daha neleri duyarak geldik bu günlere biliyor musun çelebi?

Bedduanın, hele hele onu Müslümanlara yöneltmenin Fıkhi hükmünü sana öğretecek değilim, çünkü sen onu çoklarından iyi bilirsin.

Mesele bu değil, mesele
kırk üç yıldır duyduklarımız!

Yok yok korkma! Hizmet Örgütü’nün Nur Cemaati’ndan ayrılıp uluslararası ‘gizli’, örgüt olma siyasetinin tarihini anlatmayacağım. (...)

Son beş yıldır duyduklarımızdan söz edeceğim sadece.

Doğuya gittiğimizde duyduğumuz, bir hükümet üyesinin mezhep değiştirdiğine dair iftiralardan başlayayım.

‘Abi, Amerikadan gönderilen abiler diyor ki…” şeklinde başlayıp, İran’a gidiş sayısı her rivayette artarak süren bir iftira.

Bunu duyduk!

Batıya geldiğimizde, Başbakan’la ilgili iftiraları duyduk.

‘Uyarı için, hata yapmayın diye…’ şeklinde başlayıp, kimi kurumların yöneticilerine sunulan kimi dosyaların duvarlara fırlatıldığını; seslerini normal yoldan duyuramadıklarını iddia edenlerin konuyu Örgüt’e havale ettiklerini söyleyenlerin kutu kutu iftiralarını!

Daha neler neler duyduk biliyor musun çelebi?

NTV’nin bir öğle haberinde Amerikan Wall Street Journal gazetesine ‘Gördüğüm şeyler hoş değil. Çirkin şeylerdi’ diyerek Mavi Marmara olayını ve dolayısıyla oradaki şehitleri ‘çirkin’ olarak tanımladığını, bununla da yetinmeyip ‘Organizatörlerin İsrail’in onayı olmadan hareket etmesini otoriteye baş kaldırı olarak’ nitelediğini duyduk.

Bitmedi çelebi, o haberde şunu da duyduk:

Örgüt’e yakın bir derneğin Gazze’ye yardım götürmek istediğine, ancak onlara İsrail’den izin almaları gerektiğini söylediğine ilişkin ifşayı da duyduk.

Gün oldu Kudüs’e düştü yolumuz.

Orada ne duyduk ve gördük biliyor musun çelebi?

O derneğin, İsrail’e muhalefet eden Müslümanların gönlünü, İsrail’e muhabbetten yana çelmeye çalıştığını duyduk.

Başka türlü olması mümkün müydü?

Gazze’ye insani yardım götüren sivil ve silahsız insanların üstüne ağır silahlarla gözleri dönmüş olarak saldıran işgalci güçlerin, hele de Türkiye’den bir yardım derneğinin faaliyetine kendilerine hizmeti esas almazsa izin vermeleri söz konusu olabilir miydi?

Daha neler mi duyduk?

Başbakan’a ameliyat masasında reva görülen zulme ilişkin duyduklarımız çokça yazılıp söylendi, onları geçelim.

MİT kalkışmasında İsrail ve Amerika eksenli, salt onların çıkarları doğrultusunda hazırlanmış ataklar da yine çokça yazılıp söylendiği için gecelim.

Hatta, 28 Şubat’ta ‘füruat’ yaklaşımıyla Müslümanların yalnız bırakılışlarının nedenlerine dair duyduklarımızı, tanıklıklarımızı geçelim.

(...)

Hadi, istersen duyduklarımızın hepsini geçelim çelebi.

Ama kasetçiliğini geçmeyelim!

Duyduklarımızı da bir kenara bırakarak soruyoruz çelebi:

İnsanların mahremiyetine girecek, onları zan ve gerilim içinde bırakacak
Kaset Hizmeti
hangi vicdana, imana, izana, idrake, insani niteliğe, psikolojiye, haysiyete, ilme, hocalığa sığar?

Bunu Hizmet Örgütü yapmadı diyecek en küçük ihtimal, kırıntı kabilinden olsun bir iyi niyet bırakıldı mı ortada?

Evet bağırmana gerek yok; duyuyor ve görüyoruz olan biteni çelebi!”

#Gerçek
3 yıl önce
Gerçekler unutulur ama yok edilemez
Nebi, Resul ve Peygamber
Yeni emekli kamu mühendisleri çok üzgün
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından