|
Göğe bakmak
Antoine de Saint-Exupéry'yi bilirsiniz. Bizdeki kılık kıyafetle ilgili cebrî değişmeye de önemli bir atıfı içeren Küçük Prens'in yazarıdır.

Gerçi, Dünya ve İnsanlar adlı kitabında, ABD ordusunun yüzbaşısı olarak gittiği Kuzey Afrika'daki izlenimlerini anlatırken, Müslümanlara karşı çok hürmetsiz bir dil kullanır ama olsun, her güzelin bir kusuru vardır derler.

“Güzel” dedimse, iyi bir Hristiyan ve göğe aşık bir Fransız olmasından dolayı dedim. Gece Uçuşu da dahil eserlerinin çoğunda ya bizzat göğü anlatır ya da mutlaka ondan bir bahis vardır. Hatta Küçük Prens, gökyüzüne sevdalı olan Saint-Exupéry'nin kendisinin gökte kaybolma hayalleriyle kurguladığı bir tiptir.

Uçağıyla birlikte, 31 Temmuz 1944'te kaybolunca göksel bir efsanenin konusu olmuş, ama uçağının enkazı, balıkçılar tarafından 2000 yılında Marsilya açıklarında bulununca, bu yöndeki karizması da biraz çizilivermiştir. Çünkü, onu sevenler (ve okurları) göğü delip, ötesine geçtiğini düşünmüşler ve böylece hakkında çok az yazarın muhatap olabileceği güzel tahminler üretmişlerdi.

“Gökyüzünü delip, öteye geçmeyi hak etmeyen bir yazar mıydı?” diye sorarsanız, yine de cevabım “bunu hak eden bir yazardı” şeklinde olacaktır çünkü, dediğim gibi, o göğe aşık bir adamdı.

Önceki gece uçağımız Entebbe'ye doğru giderken, Kahire'yi seyrettim pencereden. Bu, Kahire'yi havadan ilk görüşüm değil elbette; Hartum seferlerimde de bakma imkanım olmuştu.

Ama bu kez Kahire'nin ışıltılarına dalıp giderken göğe bakma, uçma, Saint-Exupéry, gökte kaybolma imgeleriyle birlikte insan ve gök ilişkisinin, doğrudan Tanrı-insan ilişkisine çıktığını düşündüm.

Dedim ki, içimden “Göğe bakmayı bilenler, dinleri ne olursa olsun, son tahlilde bir gök kardeşliği içinde aynı ve tek bir Tanrı'ya bakarlar. Göğe bakmayı bilmeyenlerin, başka şeylere doğru bakabildiklerine ise inanmam zordur”

Düşündüğüm şeyi söylüyorum, bir iddiada bulunmuyorum. Gerçi, Hz. Peygamber'in (sav) hayatıyla ilgili öğrendiğim bir şey var ki, beni bu manada bir iddiaya da aslında yakın tutuyor.

İbn Arabî'nin (ks) Fütuhât-ı Mekkiyye'sinde yanlış saymadıysam dört kez tekrarladığı bir bilgidir bu:

Bir ganimet dağıtımı sırasında, sahabeler, Müslüman olup olmadığına karar vermedikleri dilsiz bir zenci kadını Efendimiz'e getirirler.

Efendimiz, “bana bırakın” dedikten sonra kadına sorar:

-“Allah nerededir.”

Kadın, gözlerini göğe kaldırınca, “Bu kadın Müslümandır, götürün ve buna göre işlem yapın” diye buyurur.

Bunu hatırladığım anda içim de ürperiverdi. Kendilerini Allah'ın eli (onun adına eylem yapanlar) sanarak, 15, ve 16. yüzyıllar boyunca Endülüs'te milyonlarca Müslümanı katleden, sürgüne gönderen Katolikler ve şimdi aynı sanıyla başta kendi din kardeşleri olmak üzere “siz doğrusunuz, iyisiniz” demeyen suçlu, suçsuz herkesi hunharca öldüren Selefi örgütler aklıma geliveriyor.

Diyalogculuğa düşman olduğum aşikar iken, diyalogcu sayılma riskini gözetmem gerektiğini de düşününce, ne yalan söyleyeyim aklım biraz daha karışıyor. Malum, düşünmekten muaf bir sürü beyinsizin kendisini Dabbetü'l-arz'ın temsilcisi sandığı bir devirde yaşıyoruz.

Bu hal üzere, kaldığım odanın balkonuna çıkıp, kendimi Kampala'nın göğüne bırakıyorum. Uzak mekanlardaki şimşekler karanlıkla cilveleşiyor. Burada ortam normal olduğuna göre, demek ki uzaklarda bir yerlere gökten rahmet yağıyor.

Kampala'nın göğünde bizim göğümüze göre sanki daha çok yıldız asılı. Onların ışıltılarıyla, Kahire'nin ışıltısı arasında bir bağ kurarak, gökte olan ne varsa yerde aynısının olduğuna kanaat getiriyorum.

Ama yer bizi, bakış açımızın dolayısıyla ufkumuzun daralması yönünden kendisine yani maddi olana bağlıyor.

Oysa ki gök, ayet ayet açılıyor; işaret işaret büyüyor ve bizi Kadir-i Mutlak olanı idrak etmeye ve O'na hamd etmeye sevkediyor.

Kısaca göğe bakmak doğrudan doğruya Rabbimiz'e (onun kudretinin eserlerine, bizi layık gördüğü nimetlerine) bakmaya dönüşüyor.

Zikrettiğim endişenin de etkisiyle, sabahın ilk ışıkları şavkıyıncaya kadar balkonda oturup, düşünmemeye ve böylece kendi ufkumu aşarak, deyim yerindeyse kendi ufkumun prangalarından kurtularak, “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?” (Fussilet, 53) zikri eşliğinde göğü seyrediyorum.

Ezan sesleri yükselmeyecek burada biliyorum ama şunu da biliyorum:

Kampala göğünün altında, birazdan binlerce insan yeniden uyanacak hayata. Kimileri bizim gibi, kimileri başka şekilde Allah'a yönelip, onun varlığına şahitlik ve O'nun kulu olduklarına hamd edecekler.

Gök birleştirecek bizi ve ayırmaksızın kuşatacak.

Şükür ki, gök var; daha ne olsun!
#Göğe bakmak
#Antoine de Saint-Exupéry
#Küçük Prens
8 yıl önce
Göğe bakmak
Tarihin büyük şehitlerinden
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir