|
Görüşünü söylemekle teröristi korumak arasındaki fark
Suriye sınırımızın, Amerika tarafından bizzat yönetilen / desteklenen terörist grupların tasallutundan emin hale getirilmesi için başlatılan
Afrin Harekatı
sürerken, bundan hareketle düşünce özgürlüğüne (ya da hakkına) yaslanılarak ileri sürülen ilgili görüşlerin asıl istikameti ve maksatları da netlik kazanmaya başlıyor.

Bizim toplumumuz bidayetinden beri siyaset konuşmayı, kahvehane sohbetlerinde iktidarı yıkıp, yeniden kurmayı; muhtelif kararları nedeniyle devleti çekiştirmeyi pek sever.

Çünkü görünebilir (gazete haberlerinden okunabilir) olan hal ve hadisat, fertler tarafından bir şekilde kendilerini doğrudan ilgilendiriyor yanılsamasını doğurduğundan, herkes kendi yararını merkeze aldığının farkında bile olmaksızın konuşmayı bir tür meslek haline getirmiştir.

Üstelik televizyon ekranlarında,
her konuya maydanoz olmayı
itiyat haline getirmiş, sözüm ona
çok yönlü uzmanların
gece gündüz car car konuştukları bir devirde, vatandaştan susmasını beklemek de zaten makul değildir.
Ancak, zikrettiğimiz sosyolojik gerçekliğe de bağlı olarak, düşünce özgürlüğünü kullanmanın, muhalefet etme hakkının giderek
Türkiye’nin düşmanlarına arka çıkmada, devlete ihaneti gölgelemede etkili bir istismar tarzı
haline geldiği de dikkatli gözlerden kaçmamaktadır.
Vaktaki, Afrin Harekatı’nın, aynı zamanda Amerika’nın burnuna vurulmasına vesile oluşuna
parmak basarak
, onun için ayrıca bir
destan
vurgusuna gerek olmadığını söylemek, aşırı
zafer
övgüsünün ilerleyen süreçte aleyhimize kullanılabileceği endişesini dile getirmek
bir görüş ileri sürmektir
.
Bu görüşü belirleyen asıl şey, mevcut hareketteki istikrarı da teyiden, uluslararası hukuktan doğan haklarımıza sahiplikte
ağırbaşlılığı, itidali ve aklıselimi
tavsiye ederek, olası bir toplumsal
şımarıklığa
engel olmaya çalışmaktır. Diğer bir ifadeyle ileri sürülen bu görüş, muhalefet içeren değil, bilakis
milli kazanımların muhafazasının duygusal taşkınlığa feda edilmemesi
hassasiyetine tabi bir görüştür.
Bu vb. ileri sürülen, mümkündür ki yöneticilerce de değerlendirilebilir olan düşüncelerin beyanını fırsat bilerek, teröristler tarafından
Reyhanlı
’ya,
Kilis
’e,
Hatay
’a atılan
roketlerin sıcaklığında
, “Türkiye’ye bir tehditte bulunmayan, Suriye toprağı olan Afrin’e silahlı müdahalenin bölgemize ve ülkemize barış ve güvenlik değil, daha büyük sorunlar, yıkım ve acı getireceğini, Kürt yurttaşlarımızı da yürekten yaralayacağını biliyoruz” demek
görüş belirtmek değil
,
Kürt vatandaşları da içe çekmeye çalışan bir istismar itkisiyle, teröristlerin tarafında yer aldığını belirtmektir.
Hele hele, “Ülkemizde ve bölgemizde savaş değil sulh ve sükûn istiyoruz. Sınırlarımızı korumanın ve beka sorunu yaşamamanın en iyi yolunun karşılıklı dostluk ve iyi komşuluk bağlarını güçlendirmek olduğuna inanıyoruz.” diyerek, teröristlerin işgalindeki beldeye
ülke
niteliği yükleyen bir yumuşaklığın temsilcisi olmak, görüş belirtmek değil,
örgütlenmiş bir ihaneti serdetmektir
.
Şükürler olsun ki, devletin yöneticileri görüş belirtme hakkıyla, teröre yan çıkma ve ihaneti meşrulaştırma tutumlarının son derece farkındadır. Nitekim
Cumhurbaşkanı Erdoğan
, güya
savaş karşıtı bildiri
imzacılarını, ikballerini Türkiye’nin tökezlemesine bağladıkları için onun ilgili atılımlarından hayal kırıklığına uğramış kişiler olarak niteleyip, devamında gelen şu tespitleriyle de asıl maksatlarını yüzlerine hemen çarpıvermiştir:

“Neymiş bunlar savaş karşıtıymış. Bölgede çakışma istemiyormuş. Neymiş Türkiye’nin sınırlarını korumasının yolu YPG ile sulh içinde yaşanmasından geçiyormuş. Yememiş, içmemişler bunun gibi bir sürü hezeyanın altına imza atmışlar. Sonra da utanmadan bunu milletvekillerine göndermişler. Adama sormazlar mı şimdiye kadar aklınız neredeydi. Madem çatışma istemiyorsunuz, terör örgütü son bir senede 700 defa ülkemize saldırırken, siz neredeydiniz. Kan dökülmesine karşıydınız da bölücü örgüt Suriye’de on binlerce insanı vahşice katlederken niye gıkınız çıkmadı. Polislerimiz, askerlerimiz şehit edilirken niye sesiniz çıkmadı. Onların kanı yerde kalmayacak bunu böyle bilesiniz.”

Söz konusu bildiriye imza veren
170 kişinin
,
şimdiye kadar ne yaptıkları, hangi zamanlarda kimlerle kola kola girdikleri, halen ne tür bir angajmana ve ödeve tabi olarak hareket ett(irild)ikleri malumdur.
Dolayısıyla her şeyden önce onların isimlerinin belirttiği aidiyet ve fiillerindeki olumsuzluk yegane bir ihanet belgesi hükmündedir.
Sonuç olarak,
Türkiye ferdi hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı bir ülkedir
. Herkes inançlarını ve düşüncelerini özgürce beyan edebilme hakkına sahiptir.
Ta ki bu haklar,
Türkiye’nin tökezlemesi, zayıf düşmesi için kardıkları kınaya özlemle bakarak ellerini oğuşturanların
i
hanetine
bir gerekçe oluşturmasın; yaşadığımız şu özel zamanlarda herkes
özünün
nereye bağlı olduğunu,
sözünün
hangi milli hassasiyetlere denk düştüğünü bilerek konuşsun.
#TSK
#Afrin
6 yıl önce
Görüşünü söylemekle teröristi korumak arasındaki fark
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset