|
İyi kitapların peşinde
Türkiye Diyanet Vakfı
ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.
'nin katkılarıyla, Beyazıt meydanında açılan
35. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı
(kısmen terörün vahşi gölgesi düşmüş olsa da) okurların yoğun ilgisiyle sürüyor.


Bana göre, bu fuardaki asıl canlılık, yayınevlerinin eski-yeni ayrımını ortadan kaldıran din, düşünce ve kültür merkezli kitaplarındaki artıştan kaynaklanıyor.



Bu manada Pınar, Açılım Kitap, Dergah, İz, Profil, Şule, İnsan, İlk Harf, MÜ İlahiyat Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, İSAM, Ötüken, Beyan, Semerkand, Nesil, Büyüyenay, Mana, Kitabevi, Türkiye Yazma Eserler Kurumu, Litera, Klasik, Küre, Kubbealtı, Kurtuba, Kayıhan... yayınları başta olmak üzere fuarda standı bulunan (yer sorunum olmasa, Paralel yayınevleri dışında hepsinin adını burada zikretmekten keyif duyacağım) 180 yayınevinin, iyi kitapları yayınlama konusundaki yarışları dikkatleri hemen çekiveriyor.



Bunu, Basın Yayın Birliği Yönetim Kurulu Başkanı

Münir Üstün

'ün Türkiye'nin dünya yayıncılığında yeni başlık açma ve ciro bazında 11. sırada yer aldığına dair yaptığı sıcak açıklamayla birlikte düşündüğümüzde, konunun önemi daha iyi anlaşılıyor ve artık olumlu sonuçlarından mutmain olarak “demek ki, çalışınca oluyormuş” diyebiliyoruz.



Yayınevlerinin okur olarak bizleri çok memnun eden bu yarışmalarıyla sundukları nitelikli yeni kitapların, Yeni Şafak Kitap ekinin dikkatli editörü

Ayşe Olgun

ve kıymetli yayın ekibi tarafından ıskalanmayacağından emin olduğum için, bilgilerini vermeyi de onlara havale ederek, bu vesilesiyle iyi kitapların peşindeki bitmeyen koşumun somut ve verimli bir sonucunu, Litera Yayınları üzerinden sizlerle paylaşmak istiyorum:



Aslına bakarsanız Litera Yayınları'nın el değiştirmesinden üzüntü duymuş ve

İbn Arabî

'nin (ra)

Fütûhât-ı Mekkiyye

'sini konu ayrımlı olarak parçalayıp yayınlamanın verebileceği rahatlıkla giderek yayın dünyamızdaki önemli yerini, dinamizmini kaybedeceğini düşünmüştüm.



Litera'nın 35. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı'ndaki standını ziyaretimde, tam da bugünlerde izini sürmeye çalıştığım bir konuya denk düşen yeni kitaplarını görünce, her şeyden önce söz konusu düşüncemde yanılmış olmaktan büyük memnuniyet duydum.



İzini sürmeye çalıştığım konu, Ekberîlik ekolünün Nakşibendîlik üzerindeki etkisinin ne zaman başladığı ve ne oranda, nasıl gerçekleştiğidir.



Bu etkinin

Hâce Ubeydullah Ahrâr

(ks; 1403-1490) ve onun akranı, arkadaşı olan

Molla Câmî

(ks; 1414-1492) zamanında çok daha açık hale geldiğini biliyoruz.



Ama iş, muhtemelen bu etkinin

siyasi yanının

Hâce-i Ahrâr tarafından,

kültürel (entelektüel) yanının

ise Câmî tarafından üstlenilmesinin neden ve sonuçlarına gelince, Hâcegânî, Nakşibendî silsilelerle bunlara mahsus kolların çeşitliliğinde, o zamanın karmaşık sosyal şartlarında; din, iktisat ve siyaset ilişkilerinde kayboluyoruz.



Litera, konuyla doğrudan ilgili olarak yeni yayınladığı şu iki kitapla bu kayboluşu bir yönüyle durduruyor:



-Molla Câmî, Levâyih (Seyr u Sülûk ve Vahdet-i Vücûda Dair),



-Ubeydullah Ahrâr, Fıkarât (Tevhid ve Seyr u Sülûke Dair).



Nakşibendîlik'te Ekberilik etkisi söz konusu olduğunda merkeze oturan bu iki ismin ilgili çabalarını ise, yine Litera tarafından basılan,



-Itzchak Weismann'nın, Nakşibendîlik,



-Diana Le Gall'in, Osmanlı'da Nakşibendîlik (1450-1700),



-Hamid Algar'ın, Abdurrahman Câmî adlı çalışmalarından büyük oranda öğrenebiliyoruz.



Örneğin, Weismann, Hâce-i Ahrâr'a karşı diğer tasavvuf gruplarının husumetinden söz ederken, onun Ekberîliğe de yasalanan reformculuğuna şöyle vurguda bulunuyor:



“...Ubeydullah Ahrar'a karşı olan dini kapsamlı husumet daha çok Nakşibendiyye'nin gerçek karakterine temas eden daha derin faktörlere dayanmaktadır. İbn Arabî öğretilerindeki genel temellerine rağmen, tarikat şeyhleri için Hace-i Ahrar sadece mürit toplamakta rekabet edilecek tehlikeli bir rakip değil, aynı zamanda onların manevi ihtiyaçlarına ve amellerine meydan okuyan reformist bir geleneğin en güçlü temsilcisi olarak görülmüştür. Semerkand civarında kurmuş olduğu dergahta sessiz

zikir

ile birlikte ikmal edici usuller olan

sohbet

ve

rabıtanın

kullanılması bu kritik tutumun sürekli bir hatırlatmasıdır.”



Ekberilik ekolünün Naksibendilik üzerindeki etkisini doğru bilmenin bir diğer gerekliliği de

İmâm-ı Rabbânî

'nin (ra; 1564-1624) neden ikinci bin yılın yenileyicisi (müceddid-i elf-i sâni) olduğunu doğru anlamaya yöneliktir.



Dolayısıyla Litera,

Ekrem Demirli

çevirileriyle İbn Arabî'nin eserlerini okura ulaştırmakla yetinmeyip, Nakşibendîlik ile Ekberîlik arasındaki ilişkiyi sağlayan zatların eserlerini de yayınlamakla, tasavvuf araştırmacıları ve meraklıları için iki yönlü, dengeli bir çalışmayı gerçekleştirmiş olmaktadır.


#Türkiye Diyanet Vakfı
#Ekrem Demirli
#Nakşibendîlik
#Diana Le Gall
#Tasavvuf
8 yıl önce
İyi kitapların peşinde
Piyasalarda coşku sürüyor
Mister Beklentioğlu’nun getirmek istediği aslında nedir?
FETÖ’nün infaz listesi
Tarihin söylediği
Kara dinlilerle milletin savaşı