|
Kapanarak açılmak

Zaman, bir nispettir.

Bu nispet(lendirme) akleden insanın, kendisinin ve ilişkili olduğu şeylerin hareketlerine tabi olarak yaşayışını belirli bir süreyle / vakitle isimlendirme ihtiyacından doğmuş ve bu yanıyla zaman, en genel tanımıyla kendisinde hareketlerin ölçüldüğü ve kendisi de ancak hareketler sayesinde ölçülebilen bir değer olarak kabul görmüştür.

İslam kelam ve metafiziğinin ilk teşekkülünden beri biliyoruz ki, “nispetler, dışta var olmasalar bile, akli varlığa tabidirler ve dolayısıyla onlar akledilir şeylerdir” ve “hakikat bir iken, nispetler farklıdır” ki, zati hakikatler de “Bir şeye benzemeden ve nitelenmeden dile getirilemeyen ve işaretin gösteremediği Hakk’ın insanı yerleştirdiği bir müşahede mahallidir.” (İbnü’l- Arabi)

İnsan, ilk başta kendi kendisine olmak üzere pür bir şahittir; üstelik, hesap gününde, uzuvlarının teker teker dile gelerek onun hakkında şahitlik edeceğine dair inzal edilen İlahi bilgi cihetinden de aynı zamanda bir şahitler toplamıdır.

Öte yandan şahitliğini güzelleştirme ya da kötüleştirme yönünde yaratma kabiliyetine de sahip olmasıyla insanın şahitliği, sadece kendi zamanıyla kayıtlıdır. Dolayısıyla şahitliğinde ne kendisinden öncekilerin ne de sonrakilerin hallerinden yükümlü değildir. Diğer bir söyleyişle insanın yükümlülüğü kendisinden başlar ve yine kendisinde son bulur.

Çerçevelemeye çalıştığımız bu duruma göre insanı, hem ona rağmen işleyen hem de işleyişiyle onu ferdi mühletinde / ömründe algı, idrak ve eylem bakımından yükümlü kılan çoklu bir yapı söz konusudur.

Nitekim, bu nedenle zamanın değişmesi esasında, “dünya artık eskisi gibi olmayacak” şeklinde yaptığımız soyutlamanın ilk bakışta bir değeri yoktur, zira biz hissedelim ya da hissetmeyelim değişmenin sürekliliği yaratı(lı)şın sürekliliğinden kaynaklanır ve her ikisi de bize rağmen gerçekleşir.

Bizler bize rağmen gerçekleşeni, onun gerçekleşmesindeki yoğunluğa bağlı ve bizim onunla ilişkimiz / onu idrak edişimiz düzeyinde sakin ya da şiddetli bir zamanlaştırmayla algılarız. Örneğin savaş, doğal afet, salgın zamanlarında, bunlarla ilişkimizin düzeyine bağlı olarak zamanın çok daha fazla hızlandığını veya özgürlüklerimizin kısıtlanması, karantinaya maruz kılınması gibi nedenlerle yavaşladığını duyumsarız. Çünkü yukarıda da zikrettiğim gibi zaman harekette / hareketsizliktedir.

Diğer bir ifadeyle, olağandışı durumlar olarak adlandırabileceğimiz bu olgularda / olaylarda bir şeylerin bir an önce olup bitmesini ya da olmamasını, veya olacaksa da gecikmesini arzularız ki, bu da her üç yönüyle şimdiki zamanımızı, “geliyor, oluyor, olmuyor vb.” aktif ya da pasif eylem kelimeleri üzerinden bizleri şimdiki zamanla yakın gelecek arasındaki geniş zamanda gerilimli bir salınıma uğratır ve her durumda zaman, kaçınılmaz olarak varlığımızın üstüne yokluğuyla ağır bir darlık olarak çöker.

Darlığa uğramak, onu yoğun bir hisle yaşamanın şartıdır. Byung - Chul Han’ın tarihin hızı üzerine yaptğı değerlendirmenin ilk satırlarını izleyerek söyleyecek olursak, modern teknolojinin bizleri yeryüzünden uzaklaştırdığı; uçakların, uzay gemilerinin yeryüzünün yerçekimini elimizden aldığı; bu nedenle yeryüzünün uzaklaştıkça küçüldüğü ve üzerinde ne kadar hızlı hareket edilirse o kadar daraldığı, mesafelerin kısaldıkça arttığı; internetin, elektronik postanın, sanal medyanın, mekansızlık duyumunda yeryüzünü ortadan kaldırdığı; kısaca modern teknolojinin insan yaşamını yeryüzünden yoksun bıraktığı ve haliyle onu yeryüzüne yabancılaştırdığı bu süreçte, Koronavirüs salgınından korunmak için evlerimize sığışarak kendi üstümüze kapanışımız, söz konusu darlığın tipik bir örneğidir.

Ne var ki, bu darlık örneği de ancak televizyonlar ve cep telefonları yoluyla sanal planda genişliğe bitişik durduğu kadar, ufkumuzun evimizin pencereleriyle, hareket imkanımızın yegane yeryüzümüz olan evlerimizle sınırlanmış olması bakımından birinin diğerini yeni ürettiği paradokslarla doludur.

Öte yandan kendi üstümüze kapanmanın neden olduğu fiili darlık, ruhsal planda kendi içimize doğru açılmanın ilk eşiğidir. Çünkü kapanan biz olduğumuza göre, açılmanın da bizden bize doğru olması kaçınılmazdır.

Bu açılma, kullana geldiğimiz nispetlerle; bu nispetlerin çoğalarak değişmesi nedeniyle oluşan kültürler cümlesinden modernizm, teknoloji, sanallık, gerçeklik, bireycilik, demokrasi, bilimcilik... vb. terimlerle hesaplaşılmasını zorunlu kılmaktadır.

İlk hesaplaşmanın ise, zikrettiğimiz terimlerin zarfı olan kültür kelimesinden başlaması gerekir.

#İnternet
#Ev
#Modernizm
#Teknoloji
4 yıl önce
Kapanarak açılmak
Gelin kaynana problematiği
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?