|
“Kemalist modernitenin akademisi”nden bir ressam

Bir+Bir dergisinin 13. sayısında (Ağustos-Eyül 2011) ressam Arslan Eroğlu ile yapılmış, hat, müzik, şiir ve sinema gibi resimin beslenme alanlarıyla ilgili konuları da içeren bir söyleşi yer alıyor.

Eroğlu, dekorasyonu tamamlayan, sipariş üzerine resim yapan bir ressam değil. İtikadi tercihlerimle uyuşmayan figürlerin sahibi de olmasına rağmen, hem söz konusu tutumu hem de sanat zevki itibariyle aynı gölde yıkanıyor olmamız onu benim için değerli kılıyor.

Eroğlu, “çıplakı” resmeden bir ressam değil, “çıplak” resmeden bir ressam; örtüsüzlüğü kendisine örtü olan “çıplak”a giydirilebilecek her şeyin ona sosyal bir statü yükleyeceğini, bir halin içine yerleştireceğini, bir temsilin mensubu kılacağını düşünüyor ve bundan kaçınmaya çalışıyor.

Onun bu tutumu resme bakışını, resim üstüne düşüncelerini de belirliyor.

Resim serüvenini üç devre ayırıyor: 1)Tabela, 2)Tablo, 3)Levha.

Tabelacılık, Akademi''den önceki devresi. On yaşında bir tabelacının yanında zımpara yapmaya, şablon oymaya, mezar levhaları yazmaya başlıyor. Ölü sahiplerinden tabelalara ilk böcek yapma iznini kopardıktan sonra hayvan motifleriyle dolu işler çıkardığını farkediyor. Bu böcek ve yazı müşterekliğinin halk resimleriyle bağlantısını keşfedip, bunların “farkında olmadan insanın hissiyatına” sinen hususlar olduğunu anlıyor.

Tablo''culuğu, “Akademide Batı modernitesinin dayattığı resim öğretisi”ni aldığında başlıyor. “...benim gibi Samsun''dan, bir bilgi birikimi, sanat donanımı olmadan geliyor adam ve bir Botticelli''yle, kilise ferskleriyle karşılaşıyor, oradan bir şeyler öğrenmeye başlıyor. Çizim, desen, pentür... Ama hep çizilen bir çerçeve var. Ta Rönesans''tan itibaren modernitenin önümüze koyduğu resim öğretisi. Kemalist modernitenin akademisi... (...) Bunun farkına varıp eleştirmeye başlasan da, yine o öğretinin içinde eleştiriyorsun. Kendisini bir ton ''izm''in içerisinde buluyorsun. Bir ton ''izm''den geçerek ''70''lerden 2000''lere geldik ama, yine enstalasyonu da, kavramsalı, happening''i de, hepsi bir tablo kadrajı sunuyor.” cümleleriyle anlatıyor bu devresini Eroğlu.

Tabloculuktan vaz geçip, levha''hacılıkta karar kılmasının temelinde ise iki keşfi yatıyor: 1)Pornografinin mantığını çözmesi, 2)Akdenizin doğusundaki kültürel imgelerle içsel bir bağ kurması.

Tablolar kadar, müzeleri de pornografik bulan Eroğlu, pornografinin cinsellikle ilgisinin olmadığını, onun açık-saçıklık, teşhircilik, gözün işgalcisi olduğunu söylüyor. Optik, göz retinasına hükmeden, dekorasyonu tamamlayan, kendisini dikizlettiren, “beni al, ben senin olmak istiyorum” diye bağıran resimleri pornografiye dahil ediyor.

Levha''da karar kılması da pornografiyle birlikte Batılı perspektife itirazından besleniyor. Levha''da sakınılan, saklanılan levh-i mahfuz''dan bir iz görüyor Eroğlu. Hat sanatındaki perspektif yokluğunun, başkasının bakışına, sunuşuna mahsus şartlanmalı bakışı iptal hatta imha ettiğini düşünüyor.

Eroğlu, bu Akademi-dışı, kültür-içi bakışını çok iyi özümsediğini de sık sık vurguluyor. Öyle ki, “...ben ressam değilim. Ressam boya karandır, yüzeyde trük yaratandır. Boyasının macerası peşinde dolaşandır. Sanatçı da o vasfı sahiplenendir. Zaten onu sahiplenmek zorunda, sistem o adı koymuş, ama benim öyle bir derdim yok” diyebildiği gibi “Batı resmi kendi içerisindeki folklorik, yerel, kökenine ait tatları taşımadığı sürece benim karşımda kaldı, beni huzursuz etti. Çünkü belki de ben çok folkloriğim, çok yerelim. Yerellik denilen adetler, üzerinde bulunduğum geleneğin izleridir” de diyebiliyor.

Resim anlayışını “Resim hareket eden, gözün yakalamasına izin vermeyen bir şey olmalı. Resmi yapan sır kapısı denen yerden geçerse, ürettiği şey de eminim bir sır kapısı olacaktır. Levha sakınımlıdır, gözden kaçar dedik, levhaya gerçekten bakabilen o sır kapısından geçmiştir. Özellikle de o ''işi'' üreten kişi üretirken sır kapısını geçip öte tarafta gezinip tekrar buraya dönebilmeyi becerirse, üretilen şeyin de sır kapısı olduğuna inanıyorum. Ama gelmeyi de bileceksin” diye özetliyor Eroğlu.

Müzik, şiir, sinema konusundaki düşüncelerini de yine bu “sır” çevresinde açıklıyor ve onun “açıklığı” üstünden Dylan, Stones, Noir Désir, Led Zeppelin, Grateful Dead, Neşet Ertaş, William Blake, Urfalı Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Godard, Metin Erksan''la hurufiler, Siyah Kalem, cem ve semah arasında iç-bağlar kuruyor.

Arslan Eroğlu''nun söyleşisinden başka Murat Morova ve Orhan Koçak''la yapılmış söyleşiler de var Bir+Bir''in aynı sayısında. Okunması elzem olan söyleşiler...

13 yıl önce
“Kemalist modernitenin akademisi”nden bir ressam
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi