|
Kirli çamaşırları yakalım!

Mithat Paşa ile Ahmet Cevdet Paşa ilkokulda arkadaştılar…

Bu iki arkadaş eğitimlerini tamamlayıp, yaşları da kemale erince Osmanlı''nın kaderinde büyük roller oynadılar…

Mithat Paşa, Büyük Devlet''in kurtuluşuna mahsus radikal düşünceleri ve uygulamaları temsil etti…

Cevdet Paşa ise Meşrutiyet karşıtı bir İslamcıydı; devletin bekası için hukuksal planda geleneğin ihyasını savundu.

Mithat Paşa geleceğin adamıydı, Ahmet Cevdet Paşa ise gününün adamı…

Günün kurtarılması düşüncesi, geleceğin kurtarılması düşüncesinden daha baskın çıkınca Mithat Paşa''ya idam, Cevdet Paşa''ya ikbal düştü.

Devlet - millet olmanın zorluğunu ve zorunluluğunu onlar sayesinde öğrenen şu vaktin çocuklarına da takkelerini önlerine koyup düşünmek kaldı kala kala.

Şimdi, insanca bir geleceğe milletimizle birlikte yürümek için daha önceden düşünülenler üstüne de düşünerek en doğru düşünceye erişmeye mi çalışacağız?

Yoksa, Mithat Paşa (Batılılaşma) ile Ahmet Cevdet Paşa (İslamlaşma) arasındaki kavganın özel yanlarına nüfuz etmeyi marifet bilerek, ayran kabartıp, damgacılık oynayıp sonuçta ikisinden birinin amigoluğunu mu üstleneceğiz…

İbrahim Tenekeci''nin 28.12.2009 tarihli Milli Gazete''de yer alan "Bitmedi devamı var" başlıklı yazısının biten kısmını okuduğumda tam da bu tercihlerin kavşağında durmuş, doğru sorular ve doğru cevaplar üretmeye çalışıyordum.

Tenekeci, sol ile işbirlikçi solun, bugünden bakıldığında çok komik görünen ancak son 75 yıllık düşünce, sanat hayatımızı belirleyen çelişkilerine dair iki örnek vererek şu sonuca ulaşmış: "Sınırlar yapay, coğrafyalar ise gerçektir."

Elhak, nakledilen olaylar da gelinen sonuç da doğrudur.

Bir an, Tenekeci''nin verdiği örneklerin güzelliğine bakıp, iki paşanın izini sürerek "Ben daha güzellerini bulabilirim" kıskançlığıyla İbnülemin Mahmut Kemal İnal''ın Son Sadrazamlar''ını raftan masaya atadım. Atadım ama bulduğum ilk örneği okuyunca irkildim: "Devleti Aliye payidar olamaz; mektepler ıslah edilip, bir Hırıstiyan hükûmeti gelmelidir." Güya, bunu Mithat Paşa söylemiş.

Dedim ya, irkildim…

Malumatın füruş''unu yapmaktan başka neye yarardı bu ve benzeri örnekler…

Bu iki paşanın düşünce ve uygulamalarındaki yanlışları, her ikisinde yer alan doğrular karşılığında silmek ve sonuçta her ikisinde de salt doğruları bırakarak, bunlardan örneklenmek ve bu örnekleri hayatımızı güzelleştirmek için kullanmak varken, gereksiz bir malumatın peşinde sürüklenmemin alemi neydi?

Ya da Tenekeci''nin yazısından üzüntü duyan solcuları sevindirmek için, Fikret Adil''in anılarına yaslanıp Üstad Necip Fazıl''ın gençlik zamanlarındaki çapkınlığını, üçkağıtçılığını hatırlatmanın bir önemi olabilir miydi?

Veya "al sağcısını, vur solcusuna" demenin dikalası olarak, Nazım Hikmet''le Peyami Safa''nın Sertellerin sıcak himayelerinde yaptıkları yaramazlıkları, esrar kaçamaklarını gündeme taşımanın ne karşılığı olabilirdi?

Demem o ki, siyasetimizden ekonomimize, kültürümüzden evrensel değerlere kadar gün be gün artçı etkileriyle yaşamaya alışmak zorunda kaldığımız iki yüz yıllık bir depremden çıktık…

Daha ne olsun, koskoca bir imparatorluğu batırdık…

Allah aşkına bir saniye durup bunun ne büyük bir travma olduğunu bir düşünün…

Yıkılmış bir imparatorluğun suçlu çocuklarının çocukları olarak artık oturup sahiden takkelerimizi önümüze koyup düşünelim.

İşimiz, geçmişin kirli çamaşırlarını önce ifşa etmek, sonra yıkamak mıdır?

Yoksa, onlardan bize erişen vahim sonuçları gözardı etmeksizin, kirli çamaşırları yakarak geleceğe güvenle yürümek midir?

Tekrar söyleyeyim Tenekeci haklıdır: "Sınırlar yapay, coğrafyalar ise gerçektir."

İçinde yer aldığımız coğrafyada, sorumluluklarını müdrik olanlar birbirlerini yerlerken, her devrin adamı, her düşüncenin taraftarı olanlar kendi çıkarları için geleceğimizi de yağmalamaya hazırlanıyorlar…

Rasim Özdenören''in o muhteşem belirlemesiyle "Ebutalip kompleksi"ne kapılanlar, inanmanın değerini de gün be gün aşındırıyorlar…

O halde, zaten öyle inandıkları için değerli olan inanç sahipleri, milletimizin geleceği adına geçmişi bir kenara bırakıp geleceğe birlikte yürümek zorundadırlar.

Mehmet Akif, Sezai Karakoç İslamcı oldukları, Kemal Tahir, Nazım solcu oldukları, Peyami Safa, Erol Güngör sağcı oldukları için kıymetlidirler…

Ve geleceğin inşasını dert edinenler nezdinde altısı birden itibara şayandırlar.

O halde coğrafyanın gereklilikleri için sınırları yıkmaya talip olanlar ortak bir dili yeniden kuşanmalılar…

Gün inançlarında sadece samimi olanların değil, samimiyetlerinde de samimi olanların, inançların kerteriz noktasını belirleyip buradan millet adına yarar üretme günüdür.

14 yıl önce
Kirli çamaşırları yakalım!
Anadolu’nun kaderi…
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim