Yahudiler Kudüs Sendromu'na uğramıyorlar, çünkü onların uğradıkları
sendromun her çeşidine rahmet okutuyor.
Nedir Kibir Sendromu?
Yahudiler
bir millet olduklarına, tanrıları
'nin
(Arz-ı Mev'ud) ile birlikte Kudüs'ü de başkent olarak sadece kendilerine layık gördüğüne inanıyorlar.
İşin ilginç yanı, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal saydıkları metinlere göre de başları Kudüs'le hiç hoş bulunmuyor.
Örneğin
, “Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim, ama siz istemediniz. Bakın, eviniz ıssız bırakılacak! Size şunu söyleyeyim: 'Rab'bin adıyla gelene övgüler olsun!' diyeceğiniz zamana dek beni bir daha görmeyeceksiniz.” (Matta 23:37) sözleriyle Kudüs ile Kudüslüleri (Ferisileri) müştereken suçlayarak tehdit ediyor. Buna göre (Luka 13:34'te zikredilen şekliyle, “...Bir peygamberin Yeruşalim'in dışında ölmesi düşünülemez” diyerek, onu tekrar kutsiyetin içine çekmeye çalışsa da) İsa'dan sonra Kudüs'ün bir daha iflah olması mümkün görünmüyor.
Öte yandan
, Kudüs'ün
olduğunu söyleyerek, onu Yahudiliğin evveline almakla kalmıyor, öncesinde lanetlenerek çıplak bırakılmış, sonrasında Tanrı tarafından
yetiştirilmiş olan Kudüs'ü inanılmaz derece
kelimelerle sıfatlandırarak, adeta Tevrat'a konu edilmesinden dolayı Kudüs'ü pişman ediyor (Tevrat: Hezekiel 16). Gerçi, Tanrı'nın onu affedeceğini de yazan Hezekiel, onun bu affedilişiyle sanki “ağzını açamayacak derecede” utanca batacağını söylemekten de geri duramıyor.
Ama yine de Yahudiler ve Hristiyanlar,
haline gelecek şekilde
(MÖ. 589) ile
(MS. 70) tarafından yer ile yeksan edildiği halde, İsa'nın ve Hezekiel'in yerden yere vurduğu Kudüs'te, (Via Dolorosa, Ağlama Duvarı vb.) kutsalların başarılı bir kurguyla üretimini sağlayarak, onu yukarıda zikrettiğimiz sendromlarıyla birlikte sevmeyi sürdürüyorlar.
Müslümanların Kudüs'le ilişkilerinde ise her hangi bir problem olmadığı gibi, malum sendromlarla da bir ilgileri bulunmuyor.
Çünkü,
anlayışı Musevilik ve İseviliktekinden farklı olduğundan, kutsal mekan anlayışı da farklıdır.
, Allah'ın isimlerinden biridir ve
manasındadır.
Dolayısıyla
. O'nun görme ve idrak alanımız dahilindeki
; tecellilerinin kimi vakitlerle ve mekanlarla mukayyet olarak zikredilmesi ise sadece
ki, tecelli ettiği ve bu yolla işaretlemeyi takdir buyurduğu kimi vakitler ve mekanlar, sadece
, Buhari ile Müslim'in kaydettikleri “Denkler yalnızca üç mescid için bağlanabilir, yani ziyaret kastıyla yolculuk yapılabilir: Mecid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim şu mescidim.” mealindeki hadisi de zikredip, İslam ulemasının mezarlıklar üzerine mescid yapılmasını haram saydıklarını söyler. Bu manada, Allah'ın işaret ettiği (mukaddes) mekanları, peygamber mezarlarının bulunduğu mekanlardan da tümüyle ayırıp, örneğini kendisinin ziyaret ettiği Kudüs'ten verir:
“Sahabeden kim Mescid-i Aksa'ya gitse orada mutlaka namaz kılardı. Ama gerek Mescid'in yakınlarında bulunan, gerekse (Hz. İbrahim'in) mezarının bulunduğu bu mağaraya (el-Halil'e) uğramazlardı. Bu durum Şam'ın Hicri IV. Asrın sonlarına doğru Hristiyanlar tarafından işgaline dek sürdü. Hristiyanlar bu bölgeyi işgal ettiklerinde mağaranın kapsını açarak orasını kilise haline getirdiler. Bilahare İslam orduları burayı fethettiklerinde kimi Müslümanlar burasını mescid olarak kullandı. İlim sahibi kişiler onların bu davranışlarını kınamış ve o mekanın mescid olarak kullanılmasına karşı çıkmışlardır.” (İhlas ve Tevhid, çev.: Abdi Keskinsoy, Pınar Yayınları)
Yine de İbn Teymiyye, “Hz. Peygamber'e sıkı sıkıya bağlı, son derece salih bir insan” olarak nitelediği
'in, Resulüllah'ın yürüdüğü, konakladığı ve namaz kıldığı mekanları aradığını belirterek, (kendisi onaylamamakla birlikte) onun bu tutumunun kişisel (ferdi) tercih olduğunu söylemeyi de ihmal etmemiştir.
Buradan bize,
, Kudüs'ü Müslümanca bir tutum ve niyetle ziyaret etmenin esaslarını tekrar belirleme ruhsatı çıkabilir.
Ancak, korkum şudur ki, giderek daha fazla Batılı kutsallığın etkisi altına giren Müslümanların Kudüs'ü ziyaretleri, mukaddesat anlayışımızı da sorunlu hale getirmeye teşneymiş gibi görünmektedir.
Süleyman'ın mezarını keşfetmeye tutkulu
da sanki bunun ilk habercileri gibidir.
Bu nedenle Beytü'l-Makdis'e artan mevcut ilgi güzel, ama sorunludur.