|
Kudüs’ten kelimeler

Bir Kudüs ziyaretinin daha son dakikalarındayım.



Bu yazıyı bitirir bitirmez havaalanının yolunu tutacağım.



Kudüs yine geride kalacak veya ben Kudüs'ün uzağına düşeceğim.



Konu asil şehirlerimiz, mübarek bedelerimiz, tarihi mühürlerimiz olunca

geride kalmak

ve

uzağına düşmek

fiilleri beni tedirgin ediyor.



Belki de bu yüzden doyamıyorum

Mekke

,

Medine

ve

Kudüs

'e. Çünkü ancak onların içindeyken son buluyor veya uykuya yatıyor, saklanıyor bu tedirginlik.



Hani, yaşını başını almış adamlar olarak, genç anne ve babalara, sürekli değiştikleri, halleri her an'da geçmişe karıştığı için çocuklarını iyi gözlemlemelerini ve onları her halleriyle çok sevmelerini öğütleriz.



Zikrettiğim mübarek şehirler de bana göre bu duruma dahildir. Hava (iklim) ve ışığın etkisiyle, insanın dizginlenemeyen müdahale hırsıyla her an değiştikleri için, iyi gözlemlenmeyi ve mümkün olabildiğince hallerine tanık olunarak sevilmeyi hak ederler. Dolayısıyla onlardan geriye kalsanız, uzağa düşseniz de zihninizdeki imgeleriyle, birikmiş hatıralarıyla, belirli bir süre mutmain olabilme yani söz konusu tedirginliği aşma şansına kavuşmuş olursunuz.



Zaten şehir (mimari) dediğimiz şey başlı başına bir metafor değil midir? Aramızdan ayrılan her insan (hatta canlı), yıkılan her yapı,

tüketilemez yokluğunu

, asla yeri

boş kalmayan boşluğunu

hafızamızda, hatıramızda yer ederek, deyim yerindeyse

zihni bir varoluş düzeyine geçerek

, kalıcılaştırmaz mı?



Mekke, Medine ve Kudüs'te zaman duruyor, tarih (zamansallaştırma) iptale uğruyor diye düşünmemizin, söylememizin temelinde yatan olgu da, yine artık var olmayanın, yokluğuyla zihnimizde mekan tutması değil midir?



Çok çok uzak geçmişte Hz. Adem'in Kudüs'te kendi eceliyle vefat etmesi, daha dün İsrailli askerlerin Aslanlı Kapı'da yirmi bir yaşındaki Filistinli bir hukuk öğrencisini on kurşunla şehit etmeleri birbirlerine bitişir bu yüzden. Ölüm zamanı da öğütür kendi değirmeninde ve bize yaşanmış ve yaşanacak olanın sürekliliğinde an'dan öte bir gerçeklikle, ilk-sel olgu ve olayların yeni yüzlerle tahakkukundan başka bir hakikat kalmaz.



Bu nedenle, bir sabun köpüğü gibi ellerimizden kayarak kaybolan Bağdat'ın, Kurtuba'nın, Granada'nın, Sevilla'nın, Toledo'nun, Halep'in acıyla, hicranla yoğrulmuş imgeleri, halen (ya da henüz) sıcak bir güvercin gibi avuçlarımızda tuttuğumuz şehirlere bağlı olmamızı, hal ve hareketlerimizde onları kavşak noktası yapmamızı zorunlu kılar.



İşgal altındadır diye Kudüs'le aramızda bir mesafeye oluşturamayız örneğin. Çünkü bu mesafe insan oluşumuza, mümin oluşumuza konulmuş bir mesafe olarak döner bize; fiili bir iç çatışma, bir huzursuzluk olarak döner.



Güçsüzlüğümüzü, acizliğimizi, çaresizliğimizi bileyen bir bıçak gibi yerleşir içimize o mesafe. Giderek hem Kudüs'ün kudsiyetine hem de şimdiki gerçekliklerine duyarsızlaşmayı tetikler.



Kudsiyeti yitirdiğimizde insanlık vasatının altına inmiş, gerçekliklerden kaçtığımızda ise varlığımızın anlamını yitirmiş oluruz.



Evet, Kudüs, yaralı bir güvercindir. Yarasına merhem olamasak da acısını hissetmek, Hz. Adem'den, Hz. İbrahim'den, Hz. Muhammed'ten emanet sıcaklığını yaşamak adına dokunmalıyız ona. Canı veren, ona mahsus mühleti tayin eden Allah'tır ve ancak Hakk'ın, hakkını bilmekle biliriz kendi hakkımızı.



Bizim hakkımız kulluğumuzun idarakini idrak etmekten ve her işin sonunda Allah'a döneceğini bilmekten ibaret olduğuna göre, bunun bilgiden (ilme'l-yakin'den) bilince (ayn el-yyakin'e, varsa nasibimizde Hakka'l-yakin'e) dönüşebilmesi için işaretlenmiş (seçilmiş) beldelerde, şehirlerde bulunmak da görevimizdir.



Yoksa Kudüs, loş dehlizlerden, taş yapılardan, üç beş kubbeden başka nedir ki?



Belirttiğim maksatla dönüp dolaşıp geldiğim ve inşallah bu can ve sağlık bu tende oldukça da yine ve yine geleceğim Kudüs'te beni yanlız bırakmayan

Bülent Deniz

'e,

İbrahim Furkan Özdemir

'e,

Muhammed Amiri

'ye,

Turgut Alp Boyraz

'a teşekkür ederek bitireyim yazımı.


#Kudüs
#Mekke
#Medine
7 yıl önce
Kudüs’ten kelimeler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’