|
Mektep, defter ve kalem!
Sibel Eraslan'ın son kitabı “
4 Defter – Rumeli Rüzgârı
” adıyla, yakın zamanda Profil Yayınları arasından çıktı.


Defter, eğitimimize ve kişisel tarihimize bitişik duran nesnelerin en önemlisidir. Bir tür

tabula rasa

olarak girer hayatımıza ve tüketilemeyen sayfalarıyla devrolunur bizden sonrakilerin meraklı bakışlarına, keşif tutkularına...



Çünkü, dev bir değirmen gibi hayat(lar)ı öğüten zamanın haznesinden kaçırılabilen, saf hayalleri, düşünceleri, hisleri, sırları ve onlara tanıklıkları, hıfz eder defter.



Bir yanı daha var ki defterin, bizleri sistemli bir yaşayışa hazır, en azından bunu özleyenler, gerçekleştirmeye zorlayanlar olarak diri ve daimi bir eylem üzerinde tutar.



Dolayısıyla Araplar, Farslar ve Türkler arasında, sosyal hayatın hemen her alanının tanzimine, işleyişine mahsus ortaklaşa kullanılan üç kelime içinde şekillenir bizim de kişisel hayatımız:



Mektep, defter ve kalem!


Ayrılmaz bir üçlü olarak düşünüldüğünde bu kelimeler, toprak sevgisine, vatan arzusuna, kanılması mümkün olmayan hayat suyuna ve havasına kanma çabasını ifade eder.



Eraslan'ın, bundan mülhem olarak Rumeli Rüzgârı'nda topladığı

Toprak

,

Rüzgâr

,

Alev

ve

Su

defterlerini bu ikili bakışla (çifte perspektifle) okuyunca şu sonuca ulaştım:



İnsanın yaratılışından beri hiç bitmeyen muhacirliği, yıkılmak ile yapılmak arasında zorunlu bir salınım, süreklileşmiş bir kaderin kaza olarak tahakkukundan ibarettir. Fert, kendi kişisel defterleriyle tuğla tuğla eklenir bu olguya ve oluşa...



Çoğu fert, salt kendi kozasını önemseyerek, defter defter ördüğü duvarların içinde yokluğa karışmayı seçerken, kimi fert de her yeni defteri yeni yıkılan bir duvar olarak hayatın genişliğine, çoğul tanıklıklar galerisine iade eder.



Eraslan'ın Rumeli Rüzgârı'nın farkı da tam burada ortaya çıkar:



O, öz-nel'likten genel-liğe, birini diğerine feda etmeden açığa çıkarır, elle tutulur hale getirir (bir bağlam öykülerle) muhacirliğin kişisel, güncel ve tarihsel boyutlarını...



Okurlarını tanıklığın labirentlerinde dolaştırmaya gönlü razı gelmez bu yüzden, niyetini açık etmeyi, ilk elden anlaşılır kılmayı tercih eder Prolegemona'sında:



“Rumeli Rüzgârı, büyük ninelerimi İstanbul'a ve Anadolu'ya savurup getirmiş hicretin hikayesi elbette...



Rüzgâr, sadece zorunlu göçün hatırası, nostalji notları olarak da geçmiyor bu defterlerde. Kuşaklar arasında yaşadığımız derin dönüşümler, şimdilerde yerleşik olduğumuz halde etrafımızdaki mekan üzerinden süren ve belki zorunlu göçlerden, hicretlerden çok daha kudretli, akıl almaz değişimler, eşyanın hakikatine vakıf olmamıza engel müthiş hızlı süreçler de, Dört Defter'in hayretlerindendir...



Buna rağmen Rumeli Rüzgârı, nesilden nesile çok da bilinçli olmayarak aktarılan benzeşimleri, içerik değiştirse de bir türlü yatıştırılamayan tedirginliklerimizi, sebepli – sebepsiz hasretlerimizi, hiç kurtulamadığımız esaret hissiyatımızı, en önemlisi tavır olarak tüm sonraki kuşaklara da sirayet etmiş bir ruh halini işaret eder...



Hicrete bir kez çıkılmamış olsun... Nesillerin kaderidir o ve kıyamete kadar taşınacaktır, ikametgahta sükun bulunmuş olsa bile...



Rumeli Rüzgârı, bir coğrafya tarih iddiasından çok, ruh halini ve tavrını şekillendiren bir bilgidir... Adabı muaşerettir, terbiyedir, zevktir, hayatı yaşama biçimidir, sabır ve rızadır, göğüs geriş ve sadakattir, Osmanlı'dır, hassaten İstanbul'dur...”



Yazarın bu bakış açısının, şimdi mektupların, rivayetlerin, hikayelerin, geleneklerin, kültürel kodların, alışkanlıkların... berisinden, Rumeli'de yükünü sırtına vurup yollara düşmüş bir dede ile ninenin siluetini izleyerek, 15 Temmuz İstiklal Direnişi'ne bağlanmaması mümkün mü?



Yazarın kayıta geçirdiği

yatıştırılamayan tedirginlik

, bu manada çok önemli bir terimdir!



Teslim edilmiş krallık hakkıyla yatağında rahatça uyuyor gibi görünen bir aslanın, çevresinde bir sürü çakalın dolaştığını unutamama haline benzer, muhacir tedirginliği



Onun damak tadına mahsus bir yemeği unutmasıyla, varlığını özetleyen

anasır-ı erbaa

'yı unutması arasında fark yoktur bu yüzden. Çünkü

unutmaya mahkum edildiğini bilenin, unutmama iradesinin adıdır muhacirlik.


Eraslan, bu muhacirliğin nesil (evlat, torun) olarak hem muhatabı hem tanığı hem de taşıyıcısıdır.



Bu yüzden ferdi tanıklıkla, vaka kaydı iç içe geçer Eraslan'ın Rumeli Rüzgârı'nda...



Mektuplarla tarihi belgeler, bir muhacirin ağıtlarıyla, gündelik hayata mahsus sıradan kayıtları zorunlu parçaları haline gelir bu anlatının.



Kayıplar, hüzünler, acılar, kısa süreli mutluluklar, küçük sevinçler, vatan hasreti, yurt özlemi, devlet sadakati... Rumeli Rüzgârı'nın potasında eriyerek, bir bağlam öyküler halinde, ayrı ayrı da okuyabileceğimiz şekilde sunulmuştur istifademize.



Yazar, yazmaktan kaçınmadığını yazmıştır özetle; okur olarak bize de okumaktan kaçınmamak düşer.


#Sibel Eraslan
#Rumeli Rüzgârı
#15 Temmuz
7 yıl önce
Mektep, defter ve kalem!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’