|
Minyatür

Minyatür öncelikle kainat tasavvurunu, sonra yeteneği ve çok özel bir resimleme bilgisini gerektirir.



Mümin bir gözün kainata mahsus idrakini içkin olan minyatür, Tanrı'ya göre varlığın çok çok küçük ama insana göre evrenin çok çok büyük oluşuna mahsus göndermelerle yüklü olduğu kadar, görmenin, göstermenin ve düşünmenin kendi içinde problemli oluşunu da teyit eden bir zihniyet temeline oturur.



Tebriz, Şiraz, Bağdat, Herat, Kazvin, İsfahan ve Osmanlı Ehl-i Hiref minyatür ekolleri arasındaki fark salt form, figür, istif, malzeme ve renk farkından değil söz konusu kainat tasavvurundan da beslenen kültürel (mezhebi) farklılıktan kaynaklanır. Örneğin aynı dine mensup çeşitli milletlerin seçilmiş insan ya da kahraman algısı ile edebi dile ilişkin tutumları (tüm sanatlarına olduğu gibi) minyatürlerine de aynıyla yansır.



Aynı bağlamda Babürler 'ayş-u tarab, Farslar olağanüstü yeteneğe sahip kahraman, Osmanlılar ise vaka kaydı merkezli minyatürü tercih etmişlerdir.



Dolayısıyla Babürler'de reenkarnasyon içerikli hint mistisizminin, Farslar'da epik tutumun, İslam öncesi mitolojik bilgilerin ve abartılmış kahramanlık hikayelerinin sağlam bir dokuyla örtüştürüldüğü Şii inanışının, Osmanlılar'da ise sanatı havas ilgisine indirgeyen ve bu nedenle onun hareket alanını mümkün olabildiğince tarihi vakalarla sınırlayan Ehl-i sünnet anlayışının önemli bir payı olsa gerektir.



Çin'de ideogramik dil mantığına bağlı olarak kurumlaşması muhtemel olan minyatür, şeylere mahsus halleri eş-zamanlı olarak tek bir sigada görünürlüğe sunar. Diğer bir söyleyişle ideogramik dille kurduğu bağ ilk bakışta tek ya da bütüncül okumayı yeterli kıldığı için Batı resmindeki gibi gözü kendisine tutsak etmez ve dolayısıyla onu kaçış noktası bulmaya da zorlamaz. Bu hususu Osmanlı minyatürü üstünden bireysellik kavramıyla birlikte değerlendiren Sezer Tansuğ da benimkilerle yaklaşık olarak aynı sonuçlara varır (Sezer Tansuğ, Şenlikname Düzeni, YKY, İst., 1993).



Ancak Osmanlı minyatürü için geçerli –Çin zevkiyle bağlantılı- olan bu sonuçlar konu Fars minyatürü olduğunda geçerliliğini yitirir. Çünkü Fars minyatürü, tıpkı Batı resmi gibi sanat olma iddiasının gerektirdiği her türlü yetenek gösterisine, haberdar olunan şeylerin bilgisi anlamında istorya tutkusuna, erotizme açık durur.



Minyatürü Rönesans'a kadar “eş-manalılık”, Rönesans'tan sonra ise “eş-zamanlılık” ilkesine göre gruplandıran Sezer Tansuğ, Batı ile Osmanlı münyatürleri arasındaki önemli bir farka daha dikkat çeker:



Der ki, “Minyatürler içten, derinlikten bir öz bütünlemesiyle farklı bir gerçeklik planında kalmak yolunu tutuyor. Dramatik nitelikler taşıyan bir gelişme, sürekli bir tasvir anlatımında çatışma ve gerilim öğesini aradıkça idealist, soyut bir görüş açısına düşer. Günlük gerçekliklerin çerçevesi içinde kalan bir anlatım sürekliliği ise daha somut bir görünüş kazanmış olur. Denebilir ki, bir Osmanlı, doğanın çatışma öğelerini aramadan, oluşa onun aracısız bir parçası olarak katılmıştır. Batılı ise kesin bir birey çabası ile doğayı aşmayı dener. Batı Ortaçağı'nın adsız eserlerinde bile bu davranışın izleri görülür.

Batı resmi insana göre bir doğa anlayışına, bir minyatür ise doğaya göre insan anlayışına ulaşır

.



Batı'da dış gözlemcilik doğacı bir üslup yaratmıştır. Bu doğacılığın idealist, soyut bir görüş açısının biçim temsilciliğini yapması çelişik bir durum olarak görülebilir. Günlük bir gerçeğin minyatür sanatında kalıpçı şematik, hatta zihinci, soyut bir biçim anlayışıyla temsil edilmesi de belki bunun gibi çelişik bir durumdur. Batı resmiyle Türk minyatürü arasında biçim-öz ilintileri bakımından ters orantılı bir bağlantının bile sözü edilebilecektir. Ancak bu ilintilerin çeşitli çevrelerde yaşayan insanların yaşam ve kültür yapılarına göre anlamlı olduğu hiçbir zaman gözden kaçırılmamalıdır.



Bir batılının dinsel konulu bir duvar resmi karşısında kutsal coşkunluğu gibi, minyatür de dünyevi bir coşkunluğu, bir toplum ve yaşam sevincinin coşkunluğunu gerektirir. Biçim sınırlarını aşıp özde, derinde gizlenen yoğun duyarlığa girebilmenin sırrı ancak böyle bir inançla çözülebilir. Bu inancın temelinde de kaynaklara ve ana niteliklere yönelen bilinçli bir kavrayış vardır.



Günlük gerçeklere bağlılık bizde bir mizah eğilimiyle birlikte gelişiyor. (…)Bütün sanat kollarında yer yer bu eğilimin izleri görülebilecektir. Özellikle seyirik sanatlarda mizahçılık almış yürümüştür.



Burada dikkat edilmesi gereken şey mizahçılığın dıştan bir alay değil, anlatımın kendisi, özü haline gelmiş olmasıdır. Sanatçının çevrildiği günlük konular işte bu açı içinde yorumlanıyorlar.”



Bunlardan hareketle bugün için ziniyet-kültür-değişim üçlüsü içinde günümüz minyatürünün nereye oturduğunu, hangi idrake tekabül ettiğini sormamız gerekiyor.



Zorunlu modernler

olarak, geleneksel sanat planında minyatürü güncellerken aslında güncellediğimiz

turistik bir çabadan

ibaret olmuyor mu?




#Minyatür
#Rönesans
#Tebriz
#Şiraz
#Bağdat
8 yıl önce
Minyatür
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset