|
Bizim inanışımıza göre, zanaat, Allah'ın seçilmiş kulları vasıtasıyla insanlığa öğrettiği şeydir.

Bu seçilmiş kulları biz “pîr” olarak adlandırmışız.

Malik Aksel, 'Evin Pîri' başlıklı bir makalesinde şunları yazar:

“Tanrı'nın sırlarından biri, her şeyin bir vasıta ile halk edilişidir. Vasıtasız bir şey olmaz. Tanrı'nın her şeye kadir iken melekleri vasıtasıyla kainatı idare etmesi bir sır ve bir hikmete dayanır. Onun için halk arasında bir şey arzulandığı zaman 'Allah, vasıtasını halk eylesin' denir. Bu sözden çıkan mana her şeyin bir vasıtaya muhtaç oluşudur. Bazı inançlara göre 'pîr'ler de Allah'ın melekleri gibi insanların işlerinde vasıta olurlar. Her mesleğin, her sanatın bir piri vardır. Pîr, o mesleğin başı, o işin ustasıdır. Pîrsiz meslek, sanat olmaz, meğer ki o meslek kötü ve dinen hoşgörülmüş olmasın. Bu pîrler peygamberlerden başlar, on müjdelenmiş ashaba, tarikat erlerine, gaib erenlere varır. Halk arasında kötü kimselere 'nursuz, pîrsiz' denmesi bir pîre bağlanmadan bir şey olunamayacağı inancındandır. (Sanat ve Folklor, Kapı, İstanbul 2011)

Pîr konusu bu kadar malumata, farklı inanışa dayanır da heterodoksi ile buluşmaz mı?

Buluşur.

İmam Cafer-i Sadık'a ait olduğu iddia edilen “Buyruk” adlı kitapta şunlar zikrediliyor:

“O zamandan bugüne değin şeriat, tarikat, marifet, hakikat gibi pîrlik ve secde de Muhammed-Ali'den kaldı. Bu nedenle, Rasul soyundan başkasının pîrlik yapması ve ona talip olması caiz değildir. (Buna karşı davranan kişinin) yediği içtiği haramdır: Tarikat-ı murtad, hakikatı murtaddır. Ve de irşadı, biatı ve tövbesi geçerli değildir. Çünkü Rasul soyuna biatı yoktur. Sermayesiz kalmıştır. Onun aslı kesinlikle yoktur. O kimse On İki İmam dergahından nasipsizdir.

Hazreti Rasul, bir hadiste 'Ulu Tanrı bir kelam-ı kadiminde 'asıl asıldır' buyurmuştur' der. Zira ezelden hırka, meftul, irşat, tövbe, pirlik ve seccade; bunların tümü Şah-ı Merdan Ali'den gelmiştir. (Bu nedenle) şimdi Şah oğlu ve soyu olmayan kimseye prilik yapmak caiz değildir. Muhammed-Ali soyundan olmalı ki pîrliği caiz ola.

(Ancak, pîr olmak için Muhammed-Ali soyundan olmak da yeterli değildir). Pîrin, ilmi ile etkin olması gerekir. (Pîrin) dört kapı, kırk makam, on iki erkan, on yedi kemerbest, üç sünnet, yedi farz, şeyhlerin büyük ilminden bilgi sahibi olması gerekir. Ve tarikata göre durup oturması, hakikatte, hakikat ile yol sürmesi gerekir ki, pirliği caiz olsun. Çünkü talip ve yol mürşidindir. Mürşit, cihanda serseri gezemez. Ahireti harap edemez. Mayayı, Muhammed-Ali'den konulan damızlık ve sikkeyi bozamaz.”

Dolayısıyla, seçilmiş kişilerin eğiticiliğinde, rehberliğinde süren, diğer bir söyleyişle taklidinde fizik ötesi bir ilişkiyi içkin olarak özgünleşen zanaat, sanata bitişiktir. Öyle ki, Müslümanların sanat anlayışında da zanaat ve sanat ayrımı yoktur.

Şemseddin Sami, sanat kelimesini şöyle açıklar: “1.İhtiyâcât-ı beşeriyyeden birinin imali hususunda mümarese ile öğrenilen ve icra olunan iş: Dülgerlik, kuyumculuk, hakkâklik sanatı. (…) 2.Ustalık, hüner, marifet. (…) 3.Kelâmda cinas ve istiare gibi oyuncuklara riayet." (Kamus-ı Türkî, 1901).

Gerek bu tanımlamalarla, gerekse sanayi, sınai ve tersane kelimeleriyle birlikte düşünüldüğünde zanaatın/ sanatın duygu esaslı olmaktan çok el emeğine, imal etme becersine dayalı bir terim olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla zanaatın / sanatın asli anlamı, bizim bugün ona yüklediğimiz içerikten büyük oranda farklıdır.

Bunu “Batı'da var, bizde yok” hayıflanmasıyla söylemiyorum. Bilakis bu kelimenin eksiklikten, bilgisizlikten değil bilinçli bir seçimden dolayı Batı'da ifade ettiği anlama bizde sahip olmayışından söz ediyorum.

Şöyle ki: bizde sanatın icrası toplumsal ya da bireysel bir ihtiyaçla doğru orantılıdır. Örneğin hat, Kur'an yazımlarıyla başlayıp, sultanlara sunulan şahnameler, mesneviler, miraçnamelerle gelişen, selatin camilerin yapımıyla içten (kitaptan) geniş yüzeyli dış mekanlara çıkma imkanı bulan bir uğraştır.

Hattın Batı resmindeki temsille hiç bir bağlantısı yoktur çünlü hat ayetin (işaretin) işaretlenmesinden ibarettir. Diğer bir söyleyişle resim gerçekliğin iması ise hat ima'nın imhasıdır.

Bu nedenle hat da dahil, zanaatlar / sanatlar pîrsiz oluşmaz ve gelişmez. Çünkü bunlar içsel ve dışsal bir terbiyeyi birlikte gerektirir.

Bugün zaatla / sanatla ilgili problemlerden söz ettiğimiz yerde biraz da pîrsizlikten söz ediyoruz demektir.

Kısaca, “pîri kaybettiğimiz için sanatı bulamıyoruz” demekteyiz.
#pir
#Malik Aksel
#Şemseddin Sami
#Hazreti Rasul
8 yıl önce
Pîr
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak