|
Sanata göre akıl

İnsanı diğer canlılardan ayıran ilk husus, akıl!



Aklın önemi, değeri konusunda kutsal kitapların, peygamberlerin, ariflerin, felsefecilerin, bilimcilerin görüşleri müşterek.



Sonra aklın onlarla, onların akılla zorunlu ilişkisi nedeniyle, duyular gelir.



Çünkü akıl, müstakil bir varlığa sahip olsa da ancak beş duyudan aldığı verilere (bilgiye) göre doğru işleyebilir ve duyuların ise aldıklarını geri verebilmeleri ancak akıl sayesinde mümkün olabilir.



Dolayısıyla duyulardan biri eksildiğinde aklın kabiliyeti de eksileceği gibi, akılla ilişkisi kesilen duyu da “yok” hükmüne girer.



Öyle ki, bu zorunlu ilişkiye bağlı olarak, İslam teolojisi ve metafiziği, akıl ve beş duyu ile yetinmeyip aklın, bilgi erişiminden kaynaklanabilecek yanılma payı iyice azalsın diye, onu “duygu duyuları” olarak adlandırabileceğimiz bir beş şeyle daha tahkim eder: Kalp, gönül, hayal, rüya ve sezgi.



Bu beşli, hem akılla hem de akıl için vardır. Nitekim akıl bağı çok inceldiğinde bile aklın (seviyesi) işleyiş düzeni bunlarla ölçülebilir. Örneğin hayal, kendisinin yokluğuna ya da taşkınlığına göre, aklın seviyesinin belirlenebilmesi bakımından açık bir delil oluşturur.



Batı'da ise, Aydınlanma'nın dayattığı göz ile görerek dil ise soyutlama, diğer bir söyleyişle maddileştirilmeyen bilgiyi gündelik hayatın dışına düşürme çabasının, asıl meyvelerini Freud'la vermeye başlamasıyla, insan eliyle iptali mümkün olmayan kalp, gönül, hayal, rüya ve sezgi hassaları da salt cinselliğin araçlarına dönüştürüldüler.



Jung'un, hocasından ayrılmak pahasına metafizik akla tekrar dönmekle birlikte, onu bu kez de arketiplerle sınırlandırması, ruhçu sanatçıların eserlerinin anlaşılmasında değilse de asıl ateist sanatçıların eserlerinin anlaşılmasında bugün de devam eden sorunların temelini oluşturdu.



Ne var ki, aynı süreçte sanatın bir din haline getirilmiş olmasıyla söz konusu tartışmanın asıl nedenleri perdelenip, Modernizm de bu konudaki açmazlarını post-modernliğe havale ederek, kendi çözümsüzlüğünü kendi cinsinden bir çözümle halletme yoluna gidince ilgili sorunlar da farklı bir kisveye büründürülmüş oldu.



Söz bu noktaya gelince biz kendi haddimize çekilip, bu yönleriyle meseleyi gazetemizin yazarı olan sevgili Erol Göka ile Gerçek Hayat'ın yazarı sevgili Kemal Sayar'ın engin bilgi ve yorumlarına havale ederek, asıl sanat ve kutsallık ilişkisini konuşmaya geçelim.



Şundan ki, önceki yazılarımızda ibda'dan hareketle ele almaya çalıştığımız istidat, istihkak ve istikamet terimleriyle, bunlar üzerinden kaçınılmaz olarak tasavvufa yaptığımız vurgular, ister istemez sanatı aklın biraz ötesinde ve daha çok kutsalın alanında konumlandırmaktaymışız gibi bir algıya neden oldu.



İşin aslı itibariyle, her neyi, hangi düzeyde konuşuyor olursak olalım, şunda sabit durduğumuzu belirtelim ilkin:



Varlığımız, düşüncelerimiz ve fiillerimiz ancak Allah ile ve ancak Allah içindir. Hiçbir şey Allah'ın bilgisinin ve takdirinin dışında olamaz. Öyle ki, “aklî şeriat”ın tahakkuku da ancak O'nun bize bahşettiği akılla, duyularla (ve duygu duyuları'yla) mümkün olabildiği için sonuçta yine O'nun yaratmasına tabidir.



Nitekim, Ahmet Avni Konuk, bağlısı olduğu Vahdet-i vücûd'a göre, sanat-eser ilişkisini böyle izah eder:



“Bir hattâtın yazdığı levhanın illeti, o hattâtın vücûdudur. Zirâ hattâtın vücûdu olmasa o levha mevcûd olmaz idi. Binâenaleyn hattâtın vücûdu illet ve levhanın vücûdu da o illetin mal'lûlüdür. Fakat o kimsenin nispetinden bir nispet olan hattâtiyyet sıfatı olmayıp da, bu sıfatı ondan bir levha yazıp izhar etmesini lisan-ı isti'dat ile talep etmese, o şahıstan bu levha zuhura gelmezdi. Şu halde levhanın îcâdına sebep olan şey, kendi mûcidinden vücûdunu talep etmesidir. Bu suretle levha ma'lûl iken emr-i ızhârın illeti olur. Ve bu vech ile illet olan hattâtın vücûdu, emr-i ızhârda kendinin illeti olan levha-i ma'lûlün illeti olmuş olur.” (Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, Haz.: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın)



Söz konusu işleyiş istidat, istihkak ve istikamet ile sanatçı ilişkisinde böyle olsa da, bu ne sanatçıyı ne de eserini kutsiyet katına taşıyamaz.



Şöyle ki, dua edenin talebinin tahakkuk etmesi ya da birinin rüyasının tabirinde çıkan şeyi elde etmesi, onlardaki metafizik yönü ne o kişilere ne de hâsıl olanlara taşımayacağından, sanata ve esere mahsus bir kutsiyet erişimi (devri) de söz konusu olamaz.



Bizim itirazımıza neden olan şey, aynı zamanda mezkur işleyişi tanımlamada başvurduğumuz ruh, nefis, suret, resim, vesem vb. terimlerle, ferdiyetin (mükellefiyetin) şartlarıdır.



Bu konuya devam edelim inşallah.




#Vahdet-i vücûd
#Sanat
#akıl
#Jung
8 yıl önce
Sanata göre akıl
Sosyal medya özgürlükçü mü demiştiniz?
Kara dinlilerle milletin savaşı
6’lı masada 300 bin dolar alan döviz fırsatçısı lider Kılıçdaroğlu mu; para kaynağı yasal mı?
Yazıcıoğlu’nun şehit edildiği helikopter neden FETÖ’cü pilotun kullandığı askeri bir jet ile takip edildi?
Kaleydoskop’un aynaları…