|
“Sanatın geleceği, geleceğin sanatına bağlıdır”

Aylık edebiyat dergisi Muhayyel’in 9. (Ocak 2019) sayısında, son kitapları Ketebe Yayınları arasından çıkan Özkan Gözel’le Cemal Şakar’ın sanatın mahiyeti, dünü, bugünü ve geleceği üzerine yaptığı bir söyleşi yer alıyor.


Bu söyleşide, Gözel’in yayımlanan son kitabı Kendi İçine Düşmek’te (Ketebe, İstanbul 2018), “Sanat ve Hakikat” başlığı altında, nazari planda ele aldığı kimi hususlar, Şakar’ın soruları eşliğinde güncel sorunların da kaydına dönüşmüş.

Gözel, “Et kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa ne yaparsın” deyimi üzerinden, çağdaş sanatın ölümüne dair yargılara atıf yaparak, gün itibariyle endüstrileşen, ticari nesneye dönüştürülerek tümüyle kapitalist bir çarkın içine çekilen sanatın, artık kurtarıcı olmadığını, bilakis asıl kendisinin kuratılmaya muhtaç hale geldiğini söylüyor.

“Sanatı neden kurtarmalıyız?” sorusuna ise, onun teslim edildiği “makus” çarktan kurarılmasını önceleyerek, kurtarma ve kurtarılma

terimleri üzerinden şu cevapları veriyor:

“Peki ama, aktüel sanat bir yana, genel olarak sanat bize bir kurtuluş vaadinde bulunabilir mi? Kuşkusuz sanat bize bir şeyler vaat eder. Ama kurtuluşu vaad edebilir mi? Bilindiği üzere Heidegger yaşadığımız ‘teknolojik nihilizm çağı’na çare olmak babında sanatın önümüze büyük imkanlar açtığına inanıyor, giderek de sanatın bizi kurtarabileceğini yani selamete erdirebileceğini vehmediyordu. Sanat burada adeta dinin yerine geçmiştir. Nitekim Heidegger öldüğünde, vasiyeti üzere, mezarının başında Hölderlin’den mısralar okunmuştur, ilahi / veya dua niyetine. Şiirleri Heidegger sağlığında kendi seçmiş ve orada oğlu okumuştur bizzat. (...) Heidegger Hölderlin’e modern zamanların yalvacı muamelesi yapar, onun mısralarını evirir çevirir, adeta ayet hadis gibi tefsir eder, tevil eder. Bu çabayı ya da bu eğilimi son derece ilginç ve semptomatik buluyorum. Zira, anlaşıldığı kadarıyla, Batı metafiziğinden nam-ı diğer onto-teolojiden ümidini çoktan kesmiş olan filozof, ‘Kehre’den sonra yani düşüncesinin sonraki evresinde adeta yana yakıla tutunacak bir dal aramakta, bunu da asıl ve asil sanat olarak şiirde, bilhassa Hölderlin’in şiirinde bulmaktadır. Ben, sanatın bize çok önemli bir imkan sunduğuna inanmakla birlikte, o kadar ileri gitmiyorum tabiatıyla! Bu beşeri faaliyeti vahiy mesabesine yerleştirmiyorum söz gelimi. Bununla birlikte, sanat eğer içine düştüğü açmazdan çıkıp belini doğrultabilirse, hakikat araştırmasında önümüze yeniden imkanlar açabilir diye ümit ediyorum. Sanat toplumun kıymet hükümlerine istinaden ve bunları yükseltmek üzere işlev görebilir ya da görmelidir diye inanıyorum. (...) Peki bu şartlarda sanatın geleceği ne ola ki? Sanatın geleceği, geleceğin sanatına bağlıdır. Bekleyip göreceğiz.”

Sanatın, tam olarak dinin (Hıristiyanlığın) yerini almasa da, “en azından ona alternatif teşkil eden bir tinsellik formu oluşturduğunu” belirten Gözel, “sanatkara bir fonksiyon yüklemekten ziyade, sanatkarın kendisinin bir fonksiyon olduğu” düşüncesinden hareketle, “sanatkarın sanatın önüne geçirilmemesi ya da üstüne çıkarılmaması gerektiği”ni vurgulayarak, bu minvalde kendisinin “berzah” terimi üzerinden yeniden bir temellendirme yapmaya ihtiyaç duyduğunu söylüyor.

Bundan hareketle Gözel, Batı metafiziğinin “bir kapanıma uğradığını”, bizde ise kendi ilgili kaynaklarımızın tüketilmek bir yana henüz tam keşfedilmemiş olduğunu belirterek, İslam metafiziğini, Tasavvuf’u ve Kelam’ı “alıcı bir gözle” yeniden ele almanın ve işlemenin gerekliliğini, Tasavvuf metafiziğini düşünmenin de
İbnü’l-Arabî
’ye müracaatı kaçınılmaz kıldığını zikrederek şu kaydı düşüyor:

“Bu büyük dimağ, bu deha ne yazık ki Vahdet-i Vücudçu doktrin içinde boğuntuya getiriliyor ve tüketiliyor. Ben İbn Arabî’nin düşüncesinin bu mahut doktrinden fazla ve –evet söylemeye cüret edersem- belki de başka bir şeyler bulunabileceği kanaatini taşıyorum.”

Sanatın doğru anlaşılması ve anlatılması tahtında Gözel’in başka kanaatlerini de ihtiva eden söz konusu söyleşinin tamamını Muhayyel’den okumanızı önerirken, bilvesiyle şu hususun altını da çizmek istiyorum:

Hükümleri kemale erdirilerek tamamlanmış bir din olan İslam
’a (Maide 5:3) inananların sorumluluk alanları, bununla mütenasip olarak evrenselleşmiştir.

Mütefekkir bir Müslüman, bu manada sadece kendi dindaşından değil, Rabbinin hükmü altındaki her insandan yana sorumludur: Kendi dininden olmayanları da, ateşten sakındırılması gereken bir çocuk hükmünde görüp, onları yanlış düşüncelerden ve fiillerden korumaya çalışır. Sanat da bu bağlamda onun alakasına muhtaç olarak, muvahhid bir esasa göre yeniden yapılandırılması yönünden onun üstüne vazifedir.

Bir Cağaloğlu şairinin şiirlerine sosyal medyada güzelleme döşemekle sanatı konuşmuş olmayacağımız gibi, merdivenaltı sergilerindeki hatları görmek ve yazmakla söz konusu vazifemizden kurtulmuş olamayız.

Özkan Gözel’in sanat nazariyatıyla ilgili çabasının zikrettiğim mahiyette bir sorumluluktan kaynaklandığını görüyor ve özel bir ilgiyle izliyorum.

#Muhayyel
#Kendi İçine Düşmek
#Sanat
#Gelecek
#Cemal Şakar
#Özkan Gözel
5 yıl önce
“Sanatın geleceği, geleceğin sanatına bağlıdır”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset